Akşam gazetesi yazarı Prof. Dr. Cevdet Erdöl bugünkü yazısında, BM Güvenlik Konseyi'nde kabul edilen Gazze Barış Planı'nında Filistinliler'in olmadığını yazdı:
"BM Güvenlik Konseyi'nin kabul ettiği 20 maddelik "Barış Planı"nı okurken zihnimde yankılanan ilk cümle buydu:
Taşlar bağlanıyor, köpekler salınıyor.
Bazen barış adına atıldığı söylenen adımlar, savaşın en sinsi biçimine dönüşür. Ve dünya buna "diplomasi" demeye bile utanmaz.
Gazze'de bugün tam olarak bu yaşanıyor.
Yıkımın ortasında ayakta kalmaya çalışan bir halk, her maddesi yeni bir baskı mekanizmasına dönüşme potansiyeli taşıyan bir plana kabul vermeye zorlanıyor. Hamas'ın çekinceleri de bu yüzden asla yabana atılamaz. Çünkü mesele yalnızca "ateşkes" değildir; Gazze'nin geleceğinin kimin elinde olacağıdır.
Bu plan gerçekten barış mı getirir, yoksa uluslararası vesayet adı altında yeni bir kuşatma mı başlatır?
Kâğıt üzerinde diplomatik dille süslenmiş ifadeler sıralanıyor:
"Uyuşmazlık çözümü", "güvenlik", "yeniden yapılanma"...
Ama bu başlıkların altını kazıdığınızda, Gazze'nin yönetiminden güvenliğine, sosyal dokusundan siyasi kaderine kadar pek çok unsurun Filistinlilerin iradesi dışındaki aktörlere devredildiği bir vesayet planı ortaya çıkıyor.
Tarih boyunca benzeri modeller nerede uygulandıysa sonuç değişmedi:
Irak'ta "geçici yönetimler", Afganistan'da "uluslararası gözetim" süreçleri... Hepsi dışarıdan bakınca düzenli görünüyordu; içeride ise toplumun can damarlarını kestiler. Bugün Gazze için önerilen formül, bu başarısız tecrübelerin izlerini fazlasıyla taşıyor.
Barış, masa başında hazırlanan metinlerle değil; halkların gerçek iradesiyle yeşerir.
Peki bugün Gazze'de kim konuşuyor?
Bombaların altında evladını korumaya çalışan anne-babalar mı?
Kardeşini kaybetmiş çocuklar mı?
Evleri yerle bir edilen aileler mi?
Hayır. Onların yerine başkaları konuşuyor; onlar adına başkaları karar veriyor.
Sorun tam da burada düğümleniyor. Eğer bir barış planı, savaşın taraflarını değil, bölgenin kontrolünü hedefleyen güçlerin taleplerini karşılıyorsa, o plan daha doğmadan ölüdür.
Bu açıdan Hamas'ın çekinceleri bir "engel" değil, aksine gerçeklik uyarısıdır.
Bugün dünya Gazze'ye bir "proje alanı" gibi bakıyor.
Sanki mesele bir halkın özgürlüğü değil de, çizim masasında hazırlanmış bir inşaat taslağıymış gibi...
"Yeniden yapılanma fonları",
"Geçici idari yapı",
"Güvenlik koordinasyonu" gibi kavramlar kulağa makul gelebilir.
Ama içi doldurulmadığında demokrasi değil, kontrollü bir mahkûmiyet çıkar.
Bir şehrin binaları yeniden yapılabilir; fakat yok edilmiş bir irade, tahrip edilmiş bir kültür kolay kolay geri gelmez.
Bugün Gazze'ye biçilen yol haritası;
İsrail'in güvenliğini merkeze alan,
ABD'nin bölgesel çıkarlarını koruyan,
Avrupa'nın vicdan konforunu tatmin eden bir düzenin işaret fişeğidir.
Peki ya Filistinliler?
Onların bu düzende yeri nerede?
Büyük devletlerin strateji hesaplarında mazlum halkların kaderi çoğu zaman cümlelerin arasında kaybolur.
Türkiye'nin yıllardır savunduğu hakikat ise nettir:
Barış, adalet olmadan gelmez.
Adalet yoksa imzalanan şey, ateşkes değil, sadece ertelemedir.
Bir toplumun iradesi yok edildiğinde, dayatılan hiçbir yapı ayakta kalamaz.
Bugün atılan imzaların, soykırımın ara perdesi mi yoksa gerçek bir çözümün başlangıcı mı olduğunu iyi irdelemek gerekir. İlk ihtimalde yatıştırılan ateş, onu dayatanların elini er geç yakacaktır.
Türkiye'nin bölgedeki duruşu, bu planın röntgenini doğru çekmemizi sağlıyor. Ankara, Filistin halkının kendi geleceğini tayin etme hakkını kararlılıkla savunuyor. Çünkü Gazze'nin kendi yönetiminden koparılması yalnızca siyasi bir mesele değildir; aynı zamanda demografik, toplumsal ve insani bir risk barındırır.
Gazze bugün yalnızca Filistin'in değil; tüm İslam dünyasının ve insanlığın vicdan sınavıdır.
Bu nedenle şu sorudan kaçamayız:
Bu plan gerçekten barışın anahtarı mı, yoksa yeni bir kilidin mandalı mı?
Anahtar yanlış kapıya takılırsa açılan yer barış değil, baskı olur; kaos olur.
Kapıyı Filistinliler açmazsa, o ev onlara ait olmaz.
Evinden kovulan bir halkın zulme boyun eğmeyeceği de aşikârdır.
Bugün Gazze için atılan adımlar, yarının bölgesini belirleyecek. Bu yüzden her maddeyi tekrar tekrar okumak, her cümleyi sorgulamak zorundayız. Diplomatik metinler bazen en tehlikeli suskunlukların saklandığı yerlerdir.
***
Son Söz: Barışı İnşa Edecek Olan Vesayet Değil, İradedir
Bu yazıyı okuyan herkes kendine sormalı:
Barış adına atılan adımlar gerçekten barışı mı getiriyor?
Yoksa taşların bağlanıp köpeklerin salındığı yeni bir döneme mi giriyoruz?
Gazze'nin geleceği, dış güçlerin kaleminde değil; Filistin halkının iradesinde yazılmalıdır.
Aksi hâlde bu plan, çökmeye mahkûm bir binanın süslü çatısından başka bir şey olmayacaktır.
Gerçek barış, Filistin'in kendi kaderine sahip çıkma hakkı tanındığında mümkün olacaktır.
Ve biz, bu hak savunulmadan hiçbir planı "barış" diye yutmayacağız.
Hele ki İsrail sudan bahanelerle soykırıma devam ettikçe...
Hele ki barış planı dayatanlar taşları bağlayıp köpekleri saldıkça..."


