Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Kanlı Sarık piyesinde, Alparslan’ın Anadolu’ya girişini ve Türk milletinin kaderini değiştiren büyük zaferini, derin bir tarihi perspektifle ele alıyor. Necip Fazıl, Alparslan’ın 1064 yılında Kars’tan başlayarak Anadolu’ya açtığı yolu, sıradan bir askeri başarı değil, Türk milletinin ruhuna işlenen bir medeniyet hamlesi olarak değerlendiriyor.
Alparslan’ın Kars’tan başlayan fetih serüveni: Anadolu'nun kapıları açılıyor
Kanlı Sarık piyesinin başlangıcında, Necip Fazıl, Alparslan’ın Kars'tan Anadolu’ya bakışını etkileyici bir şekilde tasvir ediyor. Alparslan, burada sadece bir komutan değil, İslam’ın sancaktarı olarak gösteriliyor. Bu fetih, yalnızca Bizans’a karşı kazanılan bir zafer değil, aynı zamanda Anadolu’nun İslam medeniyetiyle buluşmasının ilk adımıdır. Alparslan’ın Kars’ın ilerisindeki Anı bölgesinde Bizanslıları mağlup edip büyük bir kiliseyi camiye dönüştürmesi, bu hamlenin somut bir örneğidir. Necip Fazıl, bu olayı Türklerin Anadolu’yu İslam’la yoğurmasının başlangıcı olarak değerlendiriyor.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “Ben Anadolu” yazısında ise Anadolu’nun bir coğrafya parçası olmanın ötesinde, İslam’ın tecelli ettiği bir mekân olarak tanımlandığını görüyoruz. Mirzabeyoğlu, Anadolu'yu, kavimlerin harman olduğu bir diyar olarak ele alırken, bu harmanın İslam'la bütünleşmesiyle gerçek kimliğini bulduğunu vurguluyor. Anadolu, İslam medeniyetinin beden bulduğu yer olarak tanımlanıyor; bu, Alparslan’ın fetih hareketinin anlamını daha da derinleştiriyor.
Hilâl’in Batı’ya yürüyüşü: İslam Medeniyetinin yükselişi
Alparslan'ın Anadolu’ya açtığı bu yol, sadece askeri bir zafer değil, aynı zamanda bir medeniyetin doğuşunu simgeliyor. Necip Fazıl, Alparslan’ın Bizans’a karşı kazandığı zaferlerle Hilâl’i Batı’ya taşımasını, Türk-İslam medeniyetinin yükselişinin başlangıcı olarak görüyor. Anadolu, bu süreçte bir "geçit meydanı" olarak kullanılırken, bir yandan kıtalar arası tarihî hesaplaşmaların sahnesi, diğer yandan da medeniyetlerin sergi evi haline haline geliyor.
Üstad Necip Fazıl’ın İdeolocya Örgüsü eserindeki "Anadolu" yazısında ise, Anadolu’nun manevi ve kültürel zenginliği derinlemesine ele alınıyor. Üstad, Anadolu’yu "Putların ve salîbin binbir cümbüşü arkasından kendisini topyekün hilâle teslim eden" bir diyar olarak tasvir ediyor. Bu tasvir, Alparslan’ın fetih hareketini daha geniş bir perspektife oturtuyor: Anadolu, İslam’ın ışığını Batı’ya taşıyan bir merkez haline geliyor.
Anadolu’nun İslam’la Bütünleşmesi: Ruh ve Madde İmparatorluğu
Alparslan’ın Anadolu’yu fethetmesi, sadece bir toprak kazanımı değil, Türk milletinin İslam’la bütünleşmesinin simgesi olarak görülmelidir. Necip Fazıl, bu fetihi, Türk milletinin ruhunu İslam’la yoğurma çabası olarak yorumluyor. Bu süreç, sadece dört asır sonra Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesine zemin hazırlamakla kalmamış, aynı zamanda Anadolu’nun İslam medeniyetinin bir parçası haline gelmesini sağlamıştır.
Salih Mirzabeyoğlu’nun “Ben Anadolu” yazısında vurguladığı gibi, Anadolu, İslamî hüviyetin su taşınması gereken bir mekândır. Mirzabeyoğlu, Anadolu’yu "tek başına ve âlâ olmaya niyet bir insan tipinin tarif eden" bir diyar olarak tanımlar. Bu bağlamda, Alparslan’ın fetih hareketi, Anadolu’nun İslam medeniyetiyle bütünleşmesinin ve Türk milletinin İslam’la şekillenen kimliğinin bir yansıması olarak değerlendirilebilir.