Pierre Assouline, Henri Cartier Bresson Biyografi isimli bir kitap kaleme almıştır. Fas’ta Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Pierre, gazeteci-yazardır.
Pierre, Cartier Bresson ile tanışmasını, “Aşkta ve yaşamımızı kolaylaştıran her şeyde olduğu gibi, arkadaşlıkta da hiçbir zaman ilkler unutulmaz. Biz istemediğimiz sürece bu böyledir.” diye yorumluyor.
Kitabın girişinde “Kahraman ve Arkadaş” başlığı altında, 1994’e götürüyor okuru, tâ Paris’e. Des Victoires civarında bir stüdyonun kapısını açıyoruz şimdi, sıradan bir gazeteci, Henri Cartier Bresson’un çalışma alanına giriyor; ikili evvelden sözleşmiş, her nasılsa… Buluşup, mülâkat yapacaklar, daha doğrusu Cartier Bresson’un şartıyla “sohbet” edecekler. Usta sanatçı Bresson, bir bardak çay ikram ediyor. Sıradan gazeteci ise işlerine hayran olduğu adamı müşahede edip, onunla hususî bir münasebet kurmanın heyecanını hissediyor. Kitabın yazılışına vesile olacak, unutulmaz bir buluşma. “Aşkta ve arkadaşlıkta hiçbir zaman ilkler unutulmaz.” diyor ya…
Belirli bir yol haritası yok bu sohbette, gelişigüzel içtenlikle koyu, karşılıklı bir konuşma dönüyor ortada. Henri Cartier Bresson’un rehberliğinde canhıraş bir şekilde ilerliyoruz, kulağımız büyük ustada. Pierre sonraları şunu diyecek; “Beş saatten fazla, o an gelen bağlantıları takip ederek, hatıralar arasında dolaştık. Hiçbir şey bu zaman yolculuğundan daha açık bir tarihsel perspektif sunamazdı.” Evet, hayranlık duyduğu sanatçının ağzından çıkan şeyler... Pierre, “Bresson’un deneyimlediği çağın kaotik imgeleri altında ezilmiş, bu tarihi yaşamış gibi hissediyordum.” diyecektir sonraları. Ben ise sabırlı bir dinleyici edasıyla ikiliye kulak vermeye devam ediyorum; günün sonuna yaklaştık. Atölyeye giren ışık azalıyor, lambayı yakmak hiçbirimizin aklına gelmiyor. Bir önemi de yok aslında, Cartier Bresson çayı yeniden hazırlarken, Pierre, sanatçının “basit” ve pek de şaşaalı olmayan mobilyalarını inceliyor, ben ise arkada ellerimi kavuşturup vurdumduymaz bir edâyla onu seyrediyor, aklından geçenleri hayal ediyorum. Sonra Henri Cartier Bresson’un “Fotoğraf, ani bir harekettir çizim ise meditasyondur.” Ve “En ufak insani ayrıntı, ana fikre dönüşebilir…” sözleri kulaklarıma çalınıyor. Kendinden emin bir ses bu, şimdi uzaktan mı seslendi? Yo, az önce sohbetimizde söylemişti ve o gittikten sonra aklımda kalmış olmalı. Şimdi kendimle uğraşmayı bırakıp, Pierre’i seyrediyorum. Bir hınzır gibi Bresson’un yokluğundan istifade dedektiflik yapmaya devam ediyor. Macar Martin Munkacsi’nin 1929’da çektiği Tanganika Gölü’nün sularına dalan üç siyah erkek, ters ışıkta harika bir fotoğraf duvarda. Hemen yanında Meksikalı Agustin Cassola’nun perspektifinden Pancho Villa ve Emiliano Zapata’nın silah arkadaşı Fortino Samano (1917’de çekildi). Samano, sırtını duvara dayamış hâlde, yüzü idam mangasına dönük, ağzında bir sigara. Ölümüne gülüyor! “Ölmekten daha tuhaf bir şey varsa, o da gülmekten ölmek!” sözleri çalındı şimdi kulağıma, Henri Bergson’un Gülme eserinden olsa gerek. Pierre şöyle düşünecek Bresson’un yanından gittiğimizde, “Fotoğrafların ilki en doğal ve yoğun haliyle yaşama sevincini; ikincisi ise, ölüm kaçınılmaz hâle geldiğinde ortaya çıkan nihaî özgürlük ânını ifade ediyordu.”
Cartier Bresson geldi, sohbet koyulaştı. Aman! Tekrar yerlerimizi aldık. Pierre’in de ona bir şeyler vermesi gerekiyor, anlaşma böyleydi. Ne derler, sohbet koyulaşıyor. Canım Pierre fincanı dudaklarına götürürken, Cartier Bresson’un zihninde parlak bir fikir “şak”lar gibi beliriyor. O eski toprak analog makinelerin deklanşörünün sesi geliyor sanki. Nasıl oluyor acaba? İşinin erbabı bir fotoğrafçı, “o ânı” yakalayınca kafasının içinde koskoca bir flaş mı patlıyor? Pierre fincanını ince dudaklarından indiriyor. Henri Bresson, Pierre’in konuşmasına müsaade etmeden, gazetecinin yüzüne bakıp gülümsüyor; “Bir dakika önce bana hâlâ fotoğraf çekip çekmediğimi sordun.”
“Evet.”
“Aslında az önce sizin bir fotoğrafınızı çektim, ama kamera olmadan. Gözlüğünün çerçevesinin üst kısmı ile arkandaki çerçeve tam olarak paraleldi. Çok çarpıcıydı. Böylesine mükemmel bir simetri şansını kaçıramazdım. Ve kaçırmadım da! Evet, ne diyorduk? Ah, evet Gandhi… Lord Mountbatten’ı tanır mısın?”
Hepimiz böyle çarpıcı anlara tanıklık eder ve hissetmez miyiz? Bana kalırsa, her insan derinlerde bir yerlerde fotoğrafçıdır.
Aylık Dergisi 205. Sayı Ekim 2021