Kassam Tugayları’nın 7 Ekim’de başlattığı “Aksa Tufanı” saldırısının üzerinden bir yıl geçti. İsrail çatışmalara İran’ın da dahil olmasıyla beraber birçok kritik ismi hedef aldı. Okul, hastane ve mabedler bombalandı. 40 binden fazla insan şehid edildi. Haniye Tahran’da vuruldu. İki hafta önce, Hizbullah’a çağrı cihazları üzerinden siber saldırı yapıldı… Daha sonra Hizbullah liderlerinden Hasan Nasrallah ve örgütün önemli isimlerinden bazıları etkisiz hale getirildi. Gazze'deki savaş giderek coğrafyaya yayılıyor. Haçlı destekli Siyonistler ne yapmaya çalışıyor?
Öncelikle şunu net olarak ortaya koymak lazım: Savaşların şekli değişti. Hibrit savaş dediğimiz yöntemler artık 21. yüzyılın yeni savaş şekli haline geldi. Peki hibrit savaş ne demek? Artık konvansiyonel silahlarla yapılan savaşlar tarihe karışıyor gibi gözüküyor. Çünkü bundan sonraki savaşlar, hibrit savaş yöntemi olan vekil güçlerin kullanılması ve özellikle otonom silahlar, yani insansız hava araçları, lazer silahları, elektromanyetik silahlar, suikastlar ve terör örgütlerinin kullanılmasıyla yapılacak. Hibrit savaşın en önemli unsurları bunlardır. Devletler artık birbirine topyekûn savaş ilan etmek yerine ekonomik olarak zayıflatıyor, terörü kullanarak hedef ülkeleri istikrarsızlaştırıyor, insansız hava araçlarıyla suikastlar gerçekleştiriyor ve istedikleri katliamları yapıyorlar.
Orta Doğu'da ne oluyor sorusunun cevabına gelince: Orta Doğu'daki mesele sadece İsrail-Filistin ya da İsrail-Hizbullah meselesi değil; Orta Doğu yeniden paylaşılıyor. Yeni bir paylaşım savaşı var Orta Doğu'da. Bunu net olarak ortaya koymazsak meselenin özünü anlayamayız. Mesele, Aksa Tufanı operasyonuyla başlayan İsrail katliamlarının amacı sadece Gazze'yi yok etmek değil. Mesele sadece Gazze değil. Esasında, tüm Orta Doğu'yu ve İslam coğrafyasını yeniden şekillendirmek, yeniden işgal etmek, yeniden paylaşmak istiyorlar. Bunun içinde İran, Suriye, Irak ve Türkiye de var. Biat etmeyen tüm ülkeler bu paylaşımın içerisinde yer alıyor.
İsrail ne diyor? Netanyahu, Birleşmiş Milletler kürsüsüne çıktı, elinde iki tane harita gösterdi. Bu haritalardan bir tanesi "İyiler", diğeri ise "Kötüler". "İyiler" dedikleri kim? İsrail'e biat eden devletler. "Kötüler" dedikleri kim? Biat etmeyen devletler. Şunu diyor: “Bizim kolumuzun uzanamayacağı yer yoktur Orta Doğu'da. İstediğimiz zaman İngiltere, Amerika ve Avrupa Birliği’ni arkamıza alarak Orta Doğu'yu yeniden dizayn ederiz. Bizim egemenliğimizi tanıyan ya da Orta Doğu'nun merkezine yerleşmemizi kabul eden devletlere dokunmayacağız ama buna karşı çıkan devletleri de ya doğrudan, güçsüz gördüğümüz ülkelere saldırarak ya da içlerini çökertmek suretiyle hibrit savaş kullanarak ortadan kaldıracağız.”
Bakın, ne diyorlar? “Biz İran'ı tamamen yok etmeyeceğiz; biz İran’daki rejimi değiştireceğiz.” Bu da aslında bir hibrit savaş yöntemi. Yani topyekûn bir savaşa girmek yerine, İran’daki iç etnik unsurlar ya da dini yapılar üzerinden İran’daki rejimi değiştirmek istiyorlar.
Gazze'ye geldiğimizde, Amerika ne yapıyor? Ateşkes çağrısı yapıyor. “Durdurun bu katliamları, bu saldırılar dursun” diyor. Gazze’ye yardım için hatırlayın, Gazze açıklarına bir liman inşa etmeye çalıştı. Ne oldu? Gazze’ye giren herhangi bir yardım oldu mu? Hayır. Esasında Amerika ve İngiltere, iyi polis-kötü polis rolü oynuyor. İsrail ise bu senaryoda kötü polis olarak kullanılıyor ve gerekçe olarak “İsrail'in güvenliği” bahanesi gösterilerek Orta Doğu yeniden işgal ediliyor.
Doğu Akdeniz’de de durum böyle. Kıbrıs Rum Kesimi de İsrail’in “iyi” listesinde. Çünkü plan, Türkiye’yi de içine alacak şekilde genişliyor. Mesele, sadece Filistin-İsrail meselesi değil, Orta Doğu’nun yeniden şekillendirilmesi ve yeniden bölünmesidir. 1982 yılında yazılan Oded Yinon Planı’na göre, büyük İsrail projesinin önünü açmak için Orta Doğu’daki devletlerin bölünerek devletçikler haline getirilmesi tavsiye ediliyor. Bugün baktığımızda, Irak üçe bölündü, Suriye de aynı şekilde bölündü. Sırada iki devlet var: İran ve Türkiye. Hamas'ı bahane ederek, “terörle mücadeleyi” öne sürerek İsrail, esasında büyük İsrail projesinin önünü açıyor. Mesele asıl olarak budur.
İş Irak ve Suriye'de Müslüman katletmeye gelince son derece mahir olan İran, mesele İsrail olduğunda niçin pro-aktif davranmıyor? Yani bir noktada İsrail'in emellerine hizmet etmiyor mu, yayılmacılık politikasına?
İran, Orta Doğu'da Sünni İslam geleneğine karşı konumlandırılmış bir denge unsurudur. Uzadığı zaman buduyorlar, kısaldığı zaman suluyorlar. Çünkü Orta Doğu'da Sünni İslam'ın yayılmasını ve hâkim olmasını istemiyorlar. Avrupa ve Batı ittifakı da istemiyor. Dolayısıyla Orta Doğu'yu mezhepçilik üzerinden dizayn etmeye çalışan bir akıl var. İran bu tuzağa düşüyor ve bir Şii hilali hayali uğruna Orta Doğu’da mezhepçilik üzerinden kanın dökülmesine neden oluyor. Şimdi mesela Suudi Arabistan'la İran nerede karşı karşıya geliyor? Yemen'de. Yemen'e baktığınızda iç savaşta 91 bin Müslüman ölmüş. Ölen de "Allahu Ekber" diyor, öldüren de. Eğer İran mezhepçilik üzerinden bunu yapar, Müslümanları katlederse, katledilmesine vesile olursa, elbette İsrail'in yaptığından bir farkı kalmıyor.
Dolayısıyla Orta Doğu'da Müslüman'ı Müslüman'a kırdırma projesi var. Buna alet olmamak lazım. İran, "İsrail'e topyekûn saldırırsam beni yok ederler" düşüncesinde. Ama İran'ı tarihte hiçbir zaman yok etmemişler. İran da zaten tarihte hiçbir dönemde Batılı ülkelerle savaşmamış, hep Orta Doğu'daki Müslüman ülkelerle savaşmış.
İran, Orta Doğu'da Sünni İslam'a karşı bir denge unsuru olarak kullanılıyor. O yüzden İran'ı asla tamamen ortadan kaldırmak, parçalamak istemiyorlar. Ne yaparlar? Rejimi değiştirerek tamamen kendilerine bağımlı bir rejim oluşturmak isterler. Ancak rejimin içerisinde de birtakım unsurlar var. Bunların hepsi için "vatan haini, kötü, İslam dünyasının aleyhine çalışıyor" diyemeyiz. Bakın mesela İbrahim Reisi, İran devlet ricali içerisinde İsrail'e karşı en sert tedbirleri almaya çalışan ya da bu tedbirlerin uygulanmasını savunan bir kişiydi. Ne oldu? Kendi cumhurbaşkanını suikasta kurban verdiler. Bunu İran yetkilileri net olarak biliyor. İsrail'in yaptığını da biliyor. Ama bu işin üstünü kapattılar. Neden? Çünkü içeride MOSSAD ağıyla örülmüş bir İran var. Yani en üst kademelere kadar sızmış ve intikal etmiş bir MOSSAD istihbarat ağı var.
Devrim Muhafızları'nın en üst düzey komutanı öldürülüyor. Geliyorlar, Tahran’ın göbeğinde İran Cumhurbaşkanının kaldığı bölgede İsmail Haniye’ye suikast gerçekleştiriyor, şehit ediyor. Yerin 12 kat altındaki Hizbullah lideri Nasrallah suikasta uğruyorsa, bu istihbarat nasıl alınıyor? Yani siz hiçbir iletişim aracı taşımayan bir kişiyi nasıl buluyorsunuz, imha ediyorsunuz? Bu istihbarat nasıl sızıyor? İşte Ahmetinejad çok güzel açıkladı. Dedi ki "MOSSAD’a karşı kurduğumuz bir karşı casusluk sisteminin başındaki adam, bakıyorsunuz MOSSAD ajanı çıkıyor." Evet, daha ne desin? İran açısından durum çok karışık.
Hibrit savaş demişken, Selçuk Bayraktar Teknofest'te çok önemli bir konuşma yaptı, "Yapay zekanın kundaktaki bebekleri öldürmek için kullanıldığı bu düzen devam edemez. Biz Teknofest kuşağı olarak teknolojinin canavarca kullanımına karşı duracağız” dedi. Bu söylemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında bizim uzun süredir dile getirdiğimiz bir şey bu. Yani teknolojiye bir sınırlama getirmek lazım. Evet, elinizde silah olabilir. Mesela elinizde nükleer silah olabilir ve yapay zekâ destekli otonom silahlarınız olabilir. Ama bunları çoluk çocuğu öldürmek için kullanamazsınız. Ne için tutarsınız? Kendi güvenliğiniz ve devletin, milletin güvenliği için tutarsınız. Eğer size aynı araçlarla saldıran olursa, karşılık verirsiniz.
Ama bugün İsrail'e baktığınız zaman, elindeki yapay zekâ destekli otonom silahları hiç tereddüt etmeksizin Filistinlilere karşı kullanıyor. Mesela, İsrail'in bir yüz tanıma sistemi var. Bu yüz tanıma sistemiyle Gazze'nin üzerinde dronelar dolaşıyorlar. "Terörist" olarak nitelendirdikleri bir Hamaslı, binlerce sivilin arasında bile olsa, orayı vuruyorlar. İşte yapay zekâ destekli silahlar böyle tehlikeli bir teknoloji. Bu teknolojiye sahip olmayan devletler de açık söylüyorum, yeryüzünde silinip gidecek, boyun eğecekler. Yani 21. yüzyılın sonuna doğru en büyük teknoloji, Selçuk Bayraktar'ın da dediği gibi, otonom sistemler. İnsansız hava araçları ve benzeri silahlar. Bütün dünya artık buna doğru gidiyor.
Türkiye gerçekten bunu çok önce fark etmiş. Otonom sistemler üzerinde çalışıyor ve şu anda dünyada uygulamada ilk sırada geliyor. İnsansız hava araçları yapımında dünyada 3-4 devletten biriyiz. Bu çok önemli bir şey. Bu geleceğe yönelik önemli bir hazırlık. Sayın Selçuk Bayraktar'ın söyledikleri doğru. Bunları iyi kontrol etmek lazım. Bunları rastgele, "Efendim, elimde şu var, bütün dünyayı ezerim" şeklinde değil; sınırlamalarla kullanmak lazım. Dolayısıyla Türkiye'nin elinde bugün hibrit savaşa dönük çok önemli silahlar var. Örneğin Kaan var, insansız savaş uçağı var. Anka 3 gibi çok önemli insansız hava araçları var. Diğer taraftan, elektromanyetik silahlar konusunda Türkiye dünyada öncü konumda. Lazer silahları üzerinde Türkiye'nin çok ciddi çalışmaları var ve bu alanda da hazır hale gelmiş ender ülkelerden birisi Türkiye…
Yani İsrail Türkiye'ye saldırdığı zaman, Türkiye de aynı şekilde cevap verebilecek kapasitede. Cumhurbaşkanı da bizzat ifade etti: Türkiye her türlü tehdide karşı hazırlıklı. Ancak burada önemli olan, bu gücü iyi anlamak. İsrail topyekûn bir silahlı saldırı veya savaşa girişmek istemiyor. Ülkemizin içerisinde kaos çıkarmak, iç savaşı tetiklemek ve beşinci kol faaliyetleri ile hibrit savaş yöntemlerini kullanmak istiyorlar. Bizim ülkemizde öncelikle yapmak istedikleri şey bir iç kaos çıkarmak. Fikri ayrılıkları körükleyerek, etnik yapı üzerinden veya sığınmacılar üzerinden ülkemizde kaos yaratmaya çalışıyorlar. Sonra da Suriye'de PKK/YPG terör devletini faaliyete geçirerek Türkiye'nin içini etnik yapı üzerinden istikrarsızlaştırmak istiyorlar. Durum bundan ibaret.