Honore de Balzac’ın annesi evlatlarından, çocukların biricik besin kaynağı sevgiyi esirgeyen kadının tekiydi. Fyodor M. Dostoyevski, zalim ve otoriter (aslında alkolik) bir babanın eseriydi. Giovanni Papini ise ölü ruhlu bir çocuktu, aile fertleri ona “yaşlı çocuk” ve çevresindeki diğer kişiler ise “kara kurbağası” lâkabını takmıştı, bu çocuktaki acayiplik hor görüldü. Bahsettiğimiz üçlünün çocuklukları, nereden baksan yırtılmış eski bir fotoğrafın yapıştırıcı bir şeyle tekrar bir araya getirilmesi gibi, yıpranmış, silik portreler. Şayet onlarla aynı şeyleri yaşamadıysak, “çocukluk” dediğimiz evreye şükranla bakmamız gerek. Gerçi bu şahsiyetler, güzellikler şöyle kenarda dursun, çirkin-şer şeylerden de güç buldular, usta olmalarındaki sırlardan birisi de budur. İbretten devşirilen kuvvet.
Çocukluk denilen süreç, gençliğin inşasında mühimdir. Bu evreye dair hatırlananlar az olur, ama insan tutunur yaşananlara bir şekilde. Kalief Browder, başka coğrafyada, farklı bir ağacın tomurcuğu olsa da; hissettiği şeyler hemen hemen bizimkiyle aynıydı. Biz uçurtmayla, o bisikletle erken tanışmıştı. 1993’te Aralık’tan Nisan’a kadar peyderpey süren New York’un sert rüzgarlar, yağmurlu günler dinginleşip, daha güneşli bir hâle bürünürken Mayıs 25’te New York’un Bronx “getto”sunda hayatını gözlerini açtı. Yaşasaydı bugün yirmi yedisinde, ihtimal ki, aklı selim, ayağı yere sağlam basan bir adam olacaktı.
New York-Bronx, Manhattan’daki Harlem gibidir, suç raddesi diğer muhitlere göre fazla, siyahîler ön plândadır. Haraççılar, dolandırıcılar, türlü hokkabazların membaıdır burası. Joker (2020) filmini seyredenler, başrolün evine çıkan o meşhur upuzun merdiveni hatırlayacaktır. Hani Phoenix’in gerçekten Joker olduğu hissini veren danslı sahne, sonra dedektiflerden kaçması. İşte o haşmetli merdiven, Bronx’tadır. Browder, sayısız defa kullanmıştır o merdivenleri.
Browder’in mahallesi kötüydü. Fakat diğerleri gibi değildi, suça meyli yoktu, dersleriyle arası çok iyi olmasa da, öğretmenleriyle münasebeti kuvvetliydi, zeki ve uyum sağlayan biriydi. Yedi kardeşten en ufağıydı. Venida’nın oğluydu. Evlatlıktı fakat çocuğun bundan haberi yoktu. Babası ise sorumsuz biriydi, annesine ne kadar para verirse, kadın onla geçinmek zorundaydı. Kadın elinden geldiğince, evlatlarını büyütmüş, imkânları zorlayarak her birini yetiştirmişti. Onların birer suçlu olmaması bile övünülecek bir şeydi. Kendi yağlarında kavruluyorlardı, mutlu bile sayılırlardı. Tâ ki o geceye kadar.
15 Mayıs 2010’da, NYPD (New York Polis Departmanı) memurları, Bronx’un Belmont bölgesinde geç bir saatte iki siyahî çocuğu (reşit değillerdi) yaka paça yakaladı, duvara yasladı, önce üstlerini aradı. Ekip arabasından çocukların üzerine ışık tutuluyordu, çünkü eşkâller tam belli değildi. Işığın tesbit için yetersiz olduğunu aklımızda tutalım. İddiaya göre Roberto Bautista isimli şahsın bu sokakta (Belmont-Arthur Street) çantası çalınmış, içerisinde 700 dolar nakit, bir kredi kartı ve müzik çalar mevcuttu. Polis, 911’e yapılan çağrıyı kabul ettiğinde bu sözleri duydu ve mağdurun yanına intikal edip, civarda şüpheli kişiyi aradı. Kalief ve arkadaşı ise bir eğlenceden eve dönmek üzereyken Belmont bölgesinde polis tarafından çevrildi, sıradan bir kimlik sorgulama düşüncesiyle gerekli prosedürleri yerine getirirken, polis, mağdura “hırsızlar bunlar mı?” diye sordu. Mağdur Bautista, “bunlar beni soydu!” dedi, Browder ise, “kimseyi soymadım, ceplerimi kontrol edebilirsiniz.” cevabını verdi.
Polis merkezine götürüldüler ve Browder’in hayatının mahvolacağı süreç başlamış oldu; oğlan saatlerce sorguda kaldı. Mağdur kişinin tutanaktaki ifadesinde “evet onlar soydu beni!” yazıyordu, fakat birkaç sual sonra, “onlar olmalı!” diye şüphe barındıran bir ibare kullandı.
Tecrit, Dayak ve Taciz
Kayıtlardaki tutanağa göre soygun Mayıs başında vuku buluyor, çocuklar ise 15 Mayıs’ta yakalanıp New York Polis Departmanı’na götürülüyor. Başından sonuna hâdise hemen hemen anlattığımız gibi. Browder, sorguda defalarca “birini soyup çantasını almadığını” söylese de beyhudeydi bunlar, şeytanın avukatları yapması gerekenleri yapıyordu! Çocuk, üç yıl hapis yattı. Muhtemeldir ki, Browder o sıra kendini en güvenli hissettiği yeri, evini ve ailesini düşünüyordu fakat haberi yoktu, o zamandan sonra hiçbir şey eskisi kadar güzel olmadı. New York’taki Rikers Adası hapishanesinde üç yılın, 700 günden fazlası hücrede geçti.
ABD’deki kamu avukatlarının kariyeri, beraat sayısına göre belirlenmiyor... “Kaç dava bitti?” buna bakıyorlar. Kalief’in kamu avukatı Brendon O’mara davaları sona erdirmekte iyiydi, kazanmak, kaybetmek, adaletin ve gerçeğin gün yüzüne çıkması önemli değildi. Tamam, Browder “soygunun yapıldığı ân evdeydim” sonra ise “evde olmalıyım” diye iki farklı cevap vermiş olabilir fakat; mağdur Bautista da önce “bunlar beni soydu”, sonra “bunlar olmalı!” diye birbiriyle aynı olmayan ifadeleri kullanıyor. Ayrıca, Browder’in gözaltına alındığı gün polis arabasından ışık tutuluyordu, soygun mahalli (Belmont-Arthur Sokağı) çok karanlıktı, soyulduğunu iddia eden kişinin suçluyu görmesi çok zordu. Üniformalı ve takım elbiseli gaddarlar bir makine gibi çalışıyordu, çarklar adaletin tersine dönüyor, çarklar arasındaki çatırdama sesleri efendilerine huzur veriyordu. Kalief ne zaman suçsuz olduğunu ispat etmeye çalışsa, canını yakacak bir şey buluyorlardı. Bazen bir ceza, bazen bir itiraf... Hatta sorguların birinde Kalief’e “ilk kez ne zaman evlatlık olduğunu öğrendin?” diye bir sual yönelttiler, oğlan evlatlık olduğunu sorguların birinde öğrendi. Aktivist-yazar Von Jones’a göre Kaliefi’in başına gelenlerin “Adaletle ilgisi yoktu, çocuğa karşı haftalarca hazırlandılar, tuzak kurdular ve o kapana kısılmış bir fare gibiydi!” Ve yine bu adama göre, “Amerikan gettolarındaki hiçbir siyahî çocuk insan olarak görülmüyor.” Kalief de insan olarak görülmeyen çocuklardan biriydi.
Kırılan Yürekler...
Browder’ın hikâyesi aktivist ve gazeteciler tarafından gündeme getirildi. Bazı sanatçı ve meşhur isimler çocuğun vaziyetinden bahsetti, New York Bölge Savcılığı ayrıca NYPD’ye dava açıldı, Prestia Hukuk Bürosu’ndan avukat Paul Prestia’nın çabaları neticesinde çocuk üç yıl sonra serbest kalmıştı. Genç Kalief doğup büyüdüğü sokaklara tekrar geri döndü, üç senede çok şey değişmemişti, değişen kendiydi. Cezaevinde yaşadıkları yakasını bırakmadı, ruhî tedavi gördü, takip edilme hissi, paranoyalar, taciz ve dayaklar hatırına geldikçe öfkesini dışavurmak için evinin duvarlarını yumrukladı. İki sene kadar dayandı buna. Kalief Browder 6 Haziran 2015’te Bronx’taki evin ikinci katında intihar etti, annesi sadece bir kat aşağıdaydı. Bir gece önce hayatta en güvendiği insana, annesine şöyle demişti: “Artık dayanamıyorum!”
14 Ekim 2016'da Kalief’in annesi Venida Browder da “kalp krizinden” öldü. Washington Post’tan Peter Holley’e göre, kadını öldüren şey kalbinde hissettiği kırıklıkların onarılmaz olmasıydı.
Tuhaftır, 2017’de Kalief Browder’ın hikâyesini belgesel-mini dizi tarzında seyircinin alâkasına sundular. Prodüksiyon şirketi: Weinstein Television, sahibi Harvey Weinstein. Bu herif bir zamanlar Hollywood’un en güçlü isimlerinden biriydi. Geçtiğimiz aylarda yirmi üç yıl hapse mahkum edildi, suçu önüne gelen aktrisi taciz ve istismar etmek. Hatırlayanlar olacaktır, 2018’de “Ben de” etiketiyle sosyal mecralarda itiraflar art arda gelmiş, meşhur aktrisler Hollywood’daki bazı yapımcı, yönetmen, prodüksiyon şirketleri sahiplerinden tacize uğradığını öne sürmüştü. Sapıklar, mağdur edilenlerin “hakkını” ararken...
Baran Dergisi 701.Sayı