Resmin kalbine dokunmak

0
Resmin kalbine dokunmak
Sanat tarihçisi John Richardson, Georges Braque’la ilk karşılaştığında onun mesafeli ve içine kapanık biri olduğunu düşünmüştü. Braque geç dönem zor eserlerinin Richardson’ın tarafından anlaşıldığını hissedince zaman içinde ona kapılarını açtı.

Richardson, bu süreçte yalnızca Braque’ın resimlerine değil, şahsiyetine de hayran kaldığını anlatıyor: “O yalnızca bir ressam değil, resmin azizi gibiydi. Picasso hayranlarına muhtaçken, Braque kendi içine yeten biriydi.”

Braque’ın eşi Marcelle de sanatçının yanında sık sık sözü Picasso’ya getirirdi. İki sanatçı arasındaki dostluk zamanla ideolojik ayrılıklardan dolayı da mesafe kazanmıştı: Braque sağa, Picasso ise sola yönelmişti.

Richardson, Braque’ın atölyesine ilk girdiğinde “resmin kalbine” varmış gibi hissettiğini söylüyor. 1950’lerden itibaren sanatçı adeta bir münzeviye dönüşmüş, atölyesini hem yeryüzünün merkezi hem de tablolarının ana mevzuu haline getirmişti.

Stüdyodaki loş ve yumuşak ışık, Braque’ın deyimiyle adeta ‘dokunulabilir’ bir yoğunluk taşıyordu. Ressam, önündeki tuvallerle sessiz bir iç konuşma halindeydi.

1956’da Richardson, Braque’ın “A Tir d’Aile (Uçuşta)” adlı tablosu üzerinde çalışmasına tanık oldu. Siyah bir kuşun buluta çarpışını betimleyen bu resimde gökyüzü, katman katman boya ile adeta ağırlaştırılmıştı. Braque, kara deliklerden etkilendiğini, bulutu da böyle bir çekim alanı gibi düşündüğünü anlatmıştı. Bu kara boşluk, onun için ölümün sembolü değil, onunla yüzleşmenin bir yolu olmuştu.

Braque’ın en çok önem verdiği eserlerden biri “Yuvaya Dönen Kuş” (1955) oldu. Camargue’daki kuş gözlemlerinden esinlenen bu tablo, sanatçının tabiatla kurduğu bağın da bir göstergesiydi.

yuvaya donen kus braques.jpg

Richardson’ın özellikle takip ettiği, 1949–1956 arasında tamamlanan dokuz parçalık “Atelier (Atölye) Serisi” ise Braque’ın dünyasının hülasası gibiydi. Bu resimlerde sanatçının stüdyosundaki objeler—paletler, fırçalar, basit taş ya da tebeşir heykelcikler, hatta saksı bitkileri—şiirsel bir bütünün parçası haline gelmişti. Tuvalin ortasında beliren dev kuş imgesi ise gerçeği temsil etmiyor, adeta resmin içinden doğuyordu. Braque bu konuda ısrarcıydı: “Onları ben tasarlamadım, onlar tuvalde doğdu.”

Sanatçı, eser verme sürecini şöyle özetliyordu:
“Artık hiçbir şeye inanmıyorum. Nesneler yalnızca birbirleriyle ya da benimle kurdukları ilişki ölçüsünde var. Bu uyum yakalandığında, bir tür entelektüel hiçlik ortaya çıkar; bir huzur hâli… O noktada hayat sürekli bir ‘vahiy’ olur. İşte bu, gerçek şiirdir.”

Bir Ressamın Sessiz Azameti

Her yaz, Braque atölyesindeki tüm düzeni söküp Normandiya’daki kır evine taşır, sonbaharda Paris’e dönene dek orada çalışmaya devam ederdi. Tuvallerini ustalıkla arabasının tavanına bağlamadan istiflerdi. 

John Richardson’ın gözünde, Braque’ın atölyesi yalnızca bir çalışma mekânı değil, resmin özüne açılan bir kapıydı. Orada geçirilen her an, resim sanatının kalbine dokunmak gibiydi.

 

Yorum Yazın