Amerikan şehirlerinin ölümü

0
Amerikan şehirlerinin ölümü
Aslında resmedilen vaziyet gösteriyor ki, bir bütün olarak şehir planlamasının insan keyfiyeti üzerinde muazzam bir tesiri var. İçtimai olarak belki de “bütün bir fikir” ile yaklaşılarak çözülebilecek çapta genişliğe sahib bu mevzû, yalnızca yaşananlardan sahneler yakalamak ile çözülebilecek kadar kolay görünmüyor.

Jane Jacobs’ın 1961 yılında yazdığı “Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı” isimli eseri üzerinden ABDdeki şehir planlaması ve bu planlamanın şehir hayatı ve insanlar üzerindeki tesirlerini ele alacağız. Jacobs’ın ehemmiyeti kısaca şu; yaptığı içtimai tahlillerle, bizim mahalle kültürü” dediğimiz keyfiyetin yeni şehir planlamalarıyla kaybedilmesine karşı “mahalleli”leri peşine takan bir yazar olarak mimarlık camiasında bir kısmında makbul olması. Aynı zamanda yazdığı mezkûr kitap ile ortaya bir şehir planlama teorisi” çıkardığı kabul edilen, birçok akademisyenin şehircilik dersinde Jacobs’ı bir teorisyen olarak anlattığı vâkidir. Yani ABD sınırları içerisinde yaptığı tahliller, -galiba daha çok içtimai tahliller olduğu için- ABD dışındaki birçok şehir planlaması ve insan hayatı için çözüm arayışlarına kaynak teşkil etmiş. 

Jacobs mahalle kültürüne kasteden yeni şehir planlamalarının pratiğe geçirildiği dönemlerde kaleme alıyor kitabını. Kendisi de bir mahalleli” olarak anlattıklarının birçoğunu birebir yaşamış. ABDnin şehir yapısındaki değişimler aynı zamanda yaşam tarzlarında köklü bir değişim meydana getirdi”. Robert Moses –kendisinin meşum tabiriyle- Bronxa elinde bir satırla” girdiğinde, mahalle bazlı grup ve hareketlerden uzun ve şiddetli bir feryat kopmuştu. Yalnızca paha biçilmez şehir dokusunu değil, baştan başa mahalle topluluklarını, uzun yıllar içinde oluşmuş toplumsal bütünleşme ağlarını da akıl almaz bir biçimde parçalayan yıkım karşısında bu gruplar nihayet Jane Jacobs’ın çağrısı etrafında bir araya geliyordu.(1) İkinci Dünya Savaşı ertesi dönemde mahalleli hem iktisadi hem de içtimai olarak dayanamayacak hale gelir ve ayaklanır. Ayaklanan yalnızca şehrin merkezi kesimleri değildi. Jane Jacobs’ın etrafında bir araya gelen gelenekselci kesimler Mosesin büyük ölçekli projelerinin astığım astık, kestiğim kestik modernizmine karşı çıkarak, mahalle ölçeğinde gelişmeye, şehrin eski kısımlarında tarihsel koruma ve mutenalaştırmaya odaklanan farklı bir tür şehir estetiği ortaya attılar. Fakat bu arada banliyölerin inşası tamamlanmış ve bunun yaşam tarzında yarattığı derin dönüşümler pek çok toplumsal sonuca yol açmıştı.(2) Yaşanan değişimi ilerleyen satırlarda iktibas edeceğiz. 

jane jacobs buyuk amerikan sehirlerinin olumu ve yasami.jpg

Bu noktada, hem bu yazı hakkında birkaç düşüncemi hem de eser hakkındaki kıymet hükmümüzü ifade ettikten sonra mevzumuza devam edelim: Yazıda umumiyetle, eserin muhteviyatının dışına çıkmadan ABD eyaletlerindeki vaziyeti resmetmeye yardımcı olacak, yapboz parçaları olarak gördüğüm sahneleri iktibas edeceğim. Zaman zaman bu iktibasların aralarında az da olsa kendi düşüncelerime yer vereceğim fakat maksadım bir Amerikalının dilinden Amerikanın vaziyetini resmedebilmek. Bu sebeble, yazı içerisinde kendi dahlimi asgaride tutmaya gayret ettim. Eser hakkındaki kıymet hükmümüze gelirsek, Jacobs’ın dile getirdikleri, parça hakikatler olarak kulağa hoş gelse de bir bütün olarak merkeze alınması gereken unsurun(insan) alınmadığını müşahede etmem, benim eser muhtevasında gördüğüm en büyük noksanlık oldu. Böyle bir noksanlık da gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemek kabilinden, bütünün baştan kaybedildiğini düşündürdü. -Kendimizin kavrayabildiği kadarıyla- Büyük Doğu/İBDAnın şehircilik anlayışı karşısında Jacobs’ın dile getirdiklerinin acziyeti, şimdilik eserin yalnızca bazı ‘sahnelerinden’ istifade etmeyi telkin etti bana. Mimarlık camiasında mühim bir şahsiyetin ve eserin teferruatını ele almayı istikbale ertelemem gerektiği de böylelikle kendi kendisine ortaya çıktı. Jacobs gibi düşünen çok teorisyen veya bu mevzuda kitap neşretmiş isim var. Bu isimlerin kimisi, hadiseye yalnızca iktisadi yaklaşmıştır; kimisi çareyi şehrin sokaklarına eklenecek dükkânlara, parklara bağlamıştır; kimisi kaldırımları savunmuş; kimisi mahalle teşkilatlarıyla birlik beraberlik sağlanacağını savunmuş… Şu veya bu, parça doğrularla yola çıkmışlar… Bu parça doğruların bütüne bağlanması bahsi teferruatlı bir çalışma gerektirdiği için şimdilik mahdud tuttuğum bu yazı muhtevasındaki noksanlıkları burada öne sürdüğüm sebeblerde aramanızı istirham ederim…

Hacimli bir kitab olan mezkûr eserde umumiyetle şehre taarruzda bulunan yeni şehir planlamalarının tatbikçileri” ve bundan muzdarib olan mahalleli ele alınıyor. Başlıca mevzuları ele aldıktan sonra, eserin nihayetine doğru bir teşbihte bulunuyor Jacobs. Hem topyekûn Batı’nın insan karşısındaki tavrı hem de bunun şehir planlamalarına bakan yönünü gösteren teşbih için, Rockefeller Vakfının 1958 tarihli yıllığında yayınlanan bir makaleyi kaynak gösteriyor ve makaleden uzunca bir iktibas yapıyor. Jacobs’ın ifadeleriyle; makalede Batı’nın, mekanik kabiliyetlerini geliştirmek için ne gibi zihnî stratejilerle yol aldığından bahsediliyor. Bu uzun iktibası özetin özeti olarak ve kendi dilimle aktarıyorum:

Bahsi geçen zihnî stratejinin tarihi”nde 3 devir yaşanıyor. Birinci devre; basit problemlerle uğraşma devresi… İkinci devre; örgütsüz karmaşıklık problemleriyle uğraşma devresi…. Üçüncüsü de; örgütlü karmaşıklık problemleriyle uğraşma devresi

17, 18, 19. yüzyıla kadar, Batı’da mekanik kabiliyetin/biliminin temellerini atan devre; birinci devre (basit problemlerle uğraşma devresi) olarak ifade ediliyor. Yani, iki değişkenli bilim… Örneğin; gaz basıncı gazın hacmine bağlı mıdır, değil midir? Bu devrenin kabiliyetine göre, bu sorunun cevabını vermek için, diğer bütün tesirler görmezden gelinir ve gazın hacminin gazın basıncına müsbet veya menfi tesir ettiği kabul edilir.

19. yüzyıldan sonra ise bu iki değişkenle uğraşan bilim adamları’ daha fazla değişkeni denkleme dâhil ederek, tahlil usûllerini geliştirmek isterler ve ikinci devreye girerler; örgütsüz karmaşıklıklar problemleriyle uğraşma kabiliyeti… Örneğin; bilardo masasındaki bir topun yapacağı hareketlerin hepsini tahlil ve tahmin etmek… Ancak bir problem çıkıyor karşılarına; masadaki 1” topun hareketini tahlil etmeye çalışmak demek, aynı anda 10-15 topun hareketini tahlil ve tesbit etmek demek oluyordu. Bu da ortada teorik bir güçlük olduğundan değil, sadece çok fazla değişken varken özgül ayrıntılara inmek için emek vermek pratik olmadığından”… Yani, bilardo masası üzerinde bu kadar tafsilatlı tedkik yeterince fayda sağlamayacaktır. Bunu hafifletmek için, Bir banda saniyede ortalama kaç top vurmaktadır” gibi bir soru ile bilardo masası tahlil ve tedkik edilirse, hem 2den fazla değişkenli denklemleri çözüme kavuşturur hem de yeterince fayda sağlanmış olurdu. Bu devreden ve bir önceki basit değişkenlerle uğraşma devresinden elde edilen verimlerle bütün modern fiziğin iskeleti”ni oluşturduklarını söylüyormuş, makalenin müellifi. Yani, modern fizik”in meydana gelmesinde rol oynayan tahlil usulü, aynı zamanda birtakım istatistiklerin kabulünü gerektirmiş oluyor; birçoğu ihtimal hesabı”na dayansa da… Bu yüzden de insan her türlü bilgi teorisinde olasılık(ihtimal) terimlerinin temel nitelikte olduğunu kabul etmek zorunda” kalıyormuş çünkü “ihtimal hesabları” ile modern fizik meydana gelmiş!

amerika - new york 1950ler.jpg

Ama tabii buraya kadarı hazırlık safhası bilim için… Bir kademe daha atlayan bilim adamları 1932ye geldiklerinde, örgütlü karmaşıklık problemlerini çözme becerisini geliştirmenin peşine düşerler. Organik bir bütünlük oluşturacak şekilde birbiriyle ilişkili olan belli bir sayıdaki faktörle aynı anda ilgilenmeyi gerektiren” problemler bunlar. Örneğin; Tuzlu su niçin susuzluğu gidermez?”, Biyokimyası bakımından yaşlanmanın tanımı nedir?” soruları gibi… (3)

Bütün bunları aktaran Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı” isimli kitabın yazarı Jane Jacobs, şehir ve şehir hayatı” ile bu iktibaslarının alakasını şu şekilde kuruyor: Geleneksel modern şehir planlaması teorisyenleri şehirleri daima basit ya da örgütsüz karmaşıklık problemleri olarak görmüş, bu istikamette tahliller yapmışlardır.(4) Bu demek oluyor ki, modern şehir planlayıcıları veya teorisyenleri bu güne kadar içtimai hayat içerisindeki tesirlerin birçoğunu gözardı edip, ön kabuller ile hareket ettiler. Son devrede olduğu gibi bir bütünlük oluşturacak” şekilde birbiri ile alakalı tesirleri ele alarak şehir planlaması yapmamışlar. Misal vermek gerekirse; günümüze kadar şehir plancıları ve iskân uzmanları ne tür bir sorunla ilgilendikleri konusunda kıymetli bir hakikat külçesini ellerinde tuttuklarına inandılar, oysa büyük şehir muhitlerine biçim vererek onları bir şeyin (mesela açık alan) oranının doğrudan ve basitçe başka bir şeyin (mesela nüfus) oranına bağlı olduğu iki değişkenli sistemler haline getirmeye çalışıyorlardı.(5)

Jacobs ise Amerikan şehirlerindeki yaşanan değişmeleri tahlil ederken, ihtimal dahilindeki tesiratı olabildiğince geniş tutmaya çalışmış. Ancak, burada bir parantez açarak, yukarıda dile getirdiğim eserin muhtevasındaki noksanı biraz teferruatlı dile getirmek yerinde olacaktır. Jacobs mahalle kültürünü ayakta tutan şeyi ve bunun devam ettirilmesinin ihtiyaçlarını umumiyetle şehri ve mahalle yapısını meydana getiren birim”lerde görüyor. Açıkça, insan keyfiyeti” yani ahlâk” gözardı ediliyor. Misal vermek gerekirse, bir mahallenin sokaklarının canlı, güvenli ve insanların benimsediği bir yer olabilmesi için; köşe başında bir bakkal, iç kesimlerde bir manav, ileride berber dükkânı olmalı ve ayrıca bu sokaklarda oturan insanlar pencerelerinden sokağı müşahede etmelidir (Bu müşahede, insanların kendi kendilerine yaptığı bir davranış). Böylece mahallede istenen hayat bulunabilsin. Ancak insanların hem ferdi hem de içtimai olarak ahlâki yönleri, arzu edilen mahalle kültürünün vücuda gelmesi için etkileyici unsur olarak görülmüyor. Geçelim.

Gecekondu mahalleleri olarak isimlendirilen bölgeler, binaların ve bölgenin kendileri için hayatî bir tehlike barındırmadığı, şehrin bütünü için de bir tehlike veya suç yuvası” vasıflarını bürünmediği durumlarda, kendi içlerinde işleyen bölgelerdir. İşleyen bölgeler, işler olduklarına kanaat getirildikten sonra bölgeyi maddi durum olarak vasıflandırmayı lüzumsuz kılmalı. Yani maddi durumu kötü insanların şehir merkezinde oturması” gibi bir tesbiti lüzumsuz kılmalıdır. Ancak, devletlerin, belediyelerin politikaları, bürokratik hamleleri, kimi zaman bu vasıflardan yola çıkarak gecekondu bölgeleri üzerinde kendilerinde tasarruf hakkını görmüşler, bu hakkı senet olarak gösterip müdahaleye girişmişlerdir. ABDden bir misal olarak, hadiseler tafsilatlı olarak umûmen şu şekilde gerçekleşiyor: Şehir bağlamında ortak alanlara el konmasının başlıca yolu gayrimenkulden elde edilen rantlardır. Herhangi bir mahallenin etnik çeşitliliğini muhafaza etmek ve mutenalaştırmaya direnmek için mücadele eden yerel bir grup, mahallenin çokkültürlü, canlı bir sokak yaşantısına ve çeşitliliğe sahip karakteri”ni zengin kesime pazarlayan emlakçılar marifetiyle, aniden emlak fiyatlarının (ve vergilerinin) arttığına tanık olabilmektedir. Piyasa tahripkâr vazifesini tamamladığında, yalnızca mahallenin eski sakinleri kendi yarattıkları ortak alandan mahrum edilmekle kalmaz (artan kiralar ve emlak vergileri nedeniyle çoğu kez taşınmaya mecbur kalırlar), ortak alanın kendisi de tanınmayacak denli yozlaşmaya maruz kalır. Baltimoreun güneyinde mutenalaştırma aracılığıyla mahallelerin yenilenmesi, mahalle sakinlerinin ılık yaz akşamlarında kapı önlerinde oturup komşularıyla sohbet ettiği canlı sokak yaşantısını tahliye ederek, yerine klimalı, hırsıza karşı güvenlikli, önünde BMWlerin park ettiği, çatısında gökyüzü penceresi olan fakat sokakta kimselerin görünmediği konutları getirdi. Sözümona canlandırma, eski sakinlerinin nezdinde, mahallenin yaşantısına son vermek anlamına geldi.(6) Bu ifadeleri kullanan David Harvey kitabında şu iktibasa da yer veriyor: Binyamin Applebauma göre bu uzun süredir tekrar eden bir modeldir. Amerikalılar krizlerden çıkmak için daha çok ev inşa eder, bu evlerin içini eşyalarla doldururlar””(7) Krizleri ve krizden çıkışları böyle bir çerçeve içerisine hapsetmek teferruatlı bir çalışmanın belki tali bir veçhesini resmeder. Ancak, mevzumuz ile alakası bakımından, gecekondu’ bölgelerindeki az katlı binaları yıkıp yerine çok katlı toplu konutlar inşa etmenin, mahallelerdeki mevcut kültürde değişmelere sebeb olması bu ifadeyi manalı kılmaktadır.

Kitaptan Sahneler

Jacobs’ın mezkûr kitabından yapacağımız iktibaslarla, ABDde yaşananları ve bu yaşananlar karşısında insan keyfiyeti”nin yerini fotoğraf sahneleri gibi sunmaya çalışacağım.

Yukarıda bahsi geçen, planlamalarda tesirlerin birçoğunu gözardı eden zihniyetten oluşan plancıları anlatan şu sahne mühimdir: Kentsel tasarımın mimarları olan plancılar ve peşlerinden sürükledikleri kişiler neyin nasıl işlediğinin önemini bile bile küçümsemiyorlar. Aksine, modern Ortodoks plancılığın azizlerinin ve bilgelerinin şehirlerin nasıl işlemesi gerektiği, şehirlerdeki insanlar ve işletmeler için neyin iyi olması gerektiği konusunda söylediklerini ezberlemek için büyük çaba harcıyorlar. Bunu öyle kendilerini adayarak yapıyorlar ki ezberleriyle çelişen bir gerçeklik karşılarına çıkıp da güçbela öğrendikleri bilgileri yalanlama tehdidi yaratırsa hemen o gerçekliği bir yana itmek zorunda kalıyorlar.(8) Yeni hadiseler karşısında elzem tavır sergileyemeyen bu plancıların bu haline sebeb yine kitaptaki şu ifadelerle izah edilebilir: Tekniğin araçları zaman içinde kusursuzlaştırılmıştır.” (9) Teknik imkânlarla maddî inşâlarda karşılaşılan birtakım problemler aşılabilmişse de, bu imkânlarda ruhî inşâlarda karşılaşılan problemlerin devasının anahtarı mevcûd olmadığı için, ruhî problemler aşılamamıştır.   

Teknik imkânlar ve ardından gelen bir diğer kusursuz güç’: Para… “Hüsnükuruntu ürünü bir efsaneye göre, yeterince paramız olsaydı –genellikle yüz milyar dolar üzerinde uzlaşılır- on yılda tüm gecekonduları yeryüzünden silebilir, dünün ya da dünden önceki günün banliyöleri olan geniş, tekdüze, gri kuşaklardaki çürümeyi tersine çevirebilir, sürekli yer değiştiren orta sınıfı ve onun peşinden giden vergileri bir yere bağlayabilir, hatta belki trafik sorununu bile çözebiliriz.

Ama gelin ilk birkaç milyar dolarla neler inşa ettiğimize bir bakalım: Sözde yerini aldıkları gecekondu mahallelerinden daha beter suç, vahşet ve genel sosyal umutsuzluk yuvaları haline gelen sosyal konut projeleri. Tam anlamıyla yavanlık ve tekdüzelik kuyuları olan, şehir hayatının neşesini ya da canlılığını asla içeri sızdırmayan, orta gelirlilere yönelik konut projeleri. Manasızlığını sönük bir kabalıkla azaltan, daha doğrusu azaltmaya çalışan lüks konut projeleri. İyi bir kitapçının bile tutunamadığı kültür merkezleri. Eğleşecek yer bulma imkânı nispeten kısıtlı avarelerden başka kimsenin uğramadığı sosyal merkezler. Banliyö tipi standart zincir alışveriş merkezlerinin donuk kopyaları olan ticaret merkezleri. Hiçbir yerden hiçbir yere gitmeyen ve kimsenin kullanmadığı gezinti yolları. Büyük şehirlerin bağırsaklarını deşen otoyollar. Şehrin yeniden inşası böyle olmaz. Buna şehrin talan edilmesi denir.(10) Milyar dolarları olduğu için şehri talan eden emrediciler… Bunlar ABDde olduğu gibi sanırım dünyanın birçok ülkesinde varlar… Paranın meydana getirdiği şehirler… 

Ama ne teknik imkânlar ne de para insan ruhunun arzuladığı şehir hayatını temin edebiliyor. İşin içinden çıkamayan (veya çıkmak gibi bir derdi olamayan) yeni planlamaların tatbik edicilerinin, arzu edilen şehri meydana getirmede akim kalmalarının sebebini şu ifadeleriyle izah ediyor Jacobs; şehrin çok daha geniş bir kesiminde çürümeyi –ve çürümeyi önceleyen ruhsuzluğu- engelleme konusunda tüm şehir planlama sanatı ve bilimi çaresizdir.(11) Bu tatbik edicilerin meydana getirdiği komedi ise şöyle: Pek çok şehirde planlama teorisi uyarınca çürümemesi gereken alanlar çürümektedir. Ayrıca daha az dikkat çeken ama aynı önemde bir gerçek daha vardır: Pek çok şehirde planlama teorisi uyarınca çürümesi gereken alanlar çürümeyi reddetmektedir.(12)

Şehir hayatında meydana gelen aksaklıkların bir müsebbibi arandığı zaman da evvela ilk akla gelen şehirlerdeki trafik problemi olur. Şehir planlamasının yarattığı hüsran ve nafilelik hissinin, ayrıca şehrin daha birçok probleminin sorumluluğu çoğu zaman pat diye arabaların üstüne atılır. Ama arabaların yıkıcı etkileri, şehir inşasındaki beceriksizliğimizin nedeninden ziyade belirtisidir. Aralarında çuvalla parası ve müthiş gücü olan müteahhitlerin de bulunduğu plancılar, arabalar ile şehirleri birbirine uyumlu hale getirmenin yolunu bir türlü bulamamaktadır. Şehirlerdeki arabaları ne yapacaklarını şaşırmış haldeler, çünkü –arabalı ya da arabasız- işleyen ve canlı şehir planlamayı bilmiyorlar. (…) Şehirler araç trafiğinden çok daha karmaşık iktisadi ve toplumsal sorunlara sahiptir. Şehrin kendisinin nasıl işlediğini ve sokaklarına başka hangi işler için ihtiyaç duyduğunu bilmeden trafik sorununda nasıl bir çözüme gideceğinizi bilebilir misiniz? Bilemezsiniz.(13)

Suçu arabalarda bulan plancılar, toplu konut inşası ile insanlığı huzura kavuşturmayı düşünmektedir… Ancak bu durum da bir hüsranla neticelenmektedir. Jacobs’ın aktardığı sahneler, ağlanacak hale güldüren cinsten: New York, Doğu Harlemdeki bir konut projesi uyarınca yapılan, dikdörtgen şeklinde hemen göze çarpan yeşil alandan tüm proje sakinleri nefret ediyordu. Bölgeyi sık sık ziyaret eden bir sosyal hizmet görevlisi, yeşil alan meselesinin sık sık gündeme gelmesi, hatta görebildiği kadarıyla gerekli gereksiz yeşil alandan laf açılması, kiracıların nefretlerini ifade ederek yeşil alandan kurtulmak istediklerini söylemeleri karşısında şaşırıp kalmıştı. Sebebini sorduğunda genellikle, Ne işe yarıyor ki?” ya da Kim istiyor ki?” şeklinde cevaplar alıyordu. Günün birinde ağzı diğerlerinden daha iyi laf yapan bir kiracı şöyle dedi: Burayı inşa ederken kimse bizim ne istediğimizi düşünmedi. Evlerimizi yerle bir edip bizi buraya, dostlarımızı başka yerlere tıktılar. Bir fincan kahve içip gazete okuyacak, ya da üç-beş kuruş borç alacak bir yerimiz yok. Kimse neye ihtiyacımız olduğunu düşünmedi. Buraya gelen büyük adamlar çimenlere bakıp şöyle diyorlar: Ne kadar şahane! Artık yoksulların her şeyi var!’”

Kiracının söylediği şey binlerce yıldır ahlak hocalarının söylediğiyle aynıydı: Parlayan her şey altın değildir. Başka şeyler de söylüyordu: Düpedüz çirkinlik ya da düzensizlikten daha aşağılık bir şey vardır ki o da düzen varmış gibi yapmak, hem de bunu var olmaya çalışıp ihtiyaçlarını dayatan gerçek düzeni de görmezden gelerek ya da bastırarak yapmaktır.(14)

Aynı mevzu çerçevesinde şu sahne çok daha çarpıcıdır: Benzer sayılan yerlerin benzer sayılan kısımları arasında bile muazzam kamusal güvenlik farkları olduğu görülüyor. New Yorktaki bir toplu konut projesi olan Washington Evlerindeki bir olay da bu noktayı doğruluyor. Bu konutlarda oturanlardan bir grup 1958 Aralığı’nın ortasında dışarıda bazı seremoniler yaparak üç yılbaşı ağacı dikti. Hiçbir yere sığmadığından nakliyesi büyük güçlük yaratan dimdik ve süslü ağaç, projenin iç “sokağına” yerleştirildi, burası yeşil alan içindeki merkezi dükkânların ve yürüyüş yollarının bulunduğu kısımdı. İki metreden kısa olan ve kolayca taşınabilen diğer iki ağaç projenin dış tarafına doğru bir köşeye yerleştirildi, burası da eski şehrin kalabalık bir sokağına bitişikti ve ona açılan canlı sokaklara bakıyordu. Büyük çam ve tüm süsleri ilk geceden çalındı. İki küçük ağaca kimse dokunmadı; ışıklarını ve süslerini bile kimse almadı, yılbaşı geçtikten sonra indirilene kadar dikildikleri yerde kaldılar.Birinci ağacın çalındığı yer projenin teoride en emniyetli ve korunaklı yeriydi; ama burası insanlar için, özellikle çocuklar için emniyetsiz bir yerdir,” diyordu mukimlerden oluşan gruba yardımcı olan sosyal hizmet görevlisi. O alışveriş merkezindeki insanlar Noel ağacından daha güvende değil. Öte yandan, diğer ağaçların emniyette olduğu yer, projeye göre sıradan bir köşe olmasına rağmen insanlar için en emniyetli yerdi(15)

Aslında resmedilen vaziyet gösteriyor ki, bir bütün olarak şehir planlamasının insan keyfiyeti üzerinde muazzam bir tesiri var. İçtimai olarak belki de bütün bir fikir” ile yaklaşılarak çözülebilecek çapta genişliğe sahib bu mevzû, yalnızca yaşananlardan sahneler yakalamak ile çözülebilecek kadar kolay görünmüyor. Muhtemelen bu sebebledir ki, bu zamana kadar ortaya atılan planlama teorileri, sadece birbirlerini yalanlamak”tan öteye geçememiştir. Ortaya atılan teoriler ne bu vaziyetin başlıca muhatabı halkta bir alaka uyandırmış ne de bu işin alakalılarında vicdanları harekete geçirebilmiş. Birçok yerde devlet çapında iktisadi kaygılarla, eski güzeller, yeni çirkinler”e mahkûm edilmiştir.

Ayrıca yukarıda bahsi geçen toplu konutların içtimai hayata tesirini gösteren şöyle de bir araştırma yapılmış: «New York City Gençlik Kurulu başkanı Ralph Whelan’ın New York Timesa yaptığı açıklamaya göre, nereye yeni bir toplu konut yapılsa orada suç oranlarında muhakkak yükselme oluyor”.(16) Şu sanatçı da oralarda suç işlemiş: Şehirde yaşayan çocukların kendileri de bunu bilir, hatta kuşaklardır bu durumun farkındadır. Toplum içinde yapamayacağımız şeyleri yapmak için daima Lindy Parkı’na giderdik, çünkü orada bizi görecek büyükler olmazdı,” diyor Brooklynde büyümüş bir sanatçı olan Jesse Reichek. Başka zamanlar sokaklarda oynardık, burada azıtacak olursak büyüklerin yaptıklarımızı yanımıza bırakmayacağını bilirdik.» (17)

Son olarak, Jane Jacobsun Amerikalılar hakkındaki düşüncesi: Doğaya duygusallıkla bakmanın tehlikeleri vardır. En duygusal hisler temelde farkında olunmayan derin bir saygısızlığı beraberinde getirir. Muhtemelen doğaya duygusal bakmak konusunda dünya şampiyonu olan biz Amerikalıların, aynı zamanda muhtemelen vahşi hayatı ve kırsalı en açgözlüce ve en saygısızca katleden halk olmamız herhalde tesadüf değildir.(18)

Dipnotlar:

  1. David Harvey, Asi Şehirler-Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru-, s.59
  2. a.g.e, s.51
  3. Jane Jacobs, Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı, s.439-442
  4. a.g.e, s.444
  5. a.g.e, s.446
  6. Harvey, a.g.e, s.130
  7. a.g.e, s.98
  8. Jacobs, a.g.e, s.28
  9. a.g.e, s.33
  10. a.g.e, s.24
  11. a.g.e, s.25
  12. a.g.e, s.26
  13. a.g.e, s.27
  14. a.g.e, s.35
  15. a.g.e, s.54
  16. a.g.e, s.96
  17. a.g.e, s.97
  18. a.g.e, s.455

Yorum Yazın