“O vicdanlı bir huzur bozandır.”
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu
Hollandalı meşhur ressam Vincent Van Gogh’un bir deha olduğunu herkesten önce anlayan resim tüccarı vefakâr kardeşi Theo 1890 yılında aldığı mektupta şu ifadeyi okumuş, teessüre kapılmıştı: “Bari boya paraları çıksaydı!”
Sanat şöyle bir yanda dursun,Van Gogh, KeeVos isminde bir kadına da hayrandı. Vos’a olan hissiyatı ve onunla bir ömür geçirme isteği tüm benliğini sarınca soluğu KeeVos’un ailesiyle yaşadığı Amsterdam’daki evin kapısında aldı. KeeVos’un anne ve babası kapıyı açtıklarında Gogh’u gördüler. Ressamın sureti hüzünlü olduğu kadar kararlıydı. Baba ve anne Vos ise kapının önündeki adamın bu hareketini tasvip etmemiş, fakat cesaretinden ötürü bir ân duraksamıştır. Kadının babası Gogh’un niyetinden haberdardır ve “olacak bir iş değil bu; zaten o da seni istemiyor! Acını anlıyorum ama, ısrar etmemelisin!” demiştir. Gogh ise, “Acımı anlıyor musun? Siz ne bilirsiniz acıyı? O buraya gelinceye kadar elimi çekmeyeceğim!” demiş, masanın üzerinde yanmakta olan mumun alevine elini sunmuştur. Salih Mirzabeyoğlu’nun ifadesiyle, Gogh o esnada “hiç kıpırdamaksızın ‘yücelen’ bir ruh ifâdesiyle, yanan elini dehşetle seyredenlere bakar. İşin ciddiyetini anlarlar ve telâşla KeeVos’u çağırırlar. Netice olumsuzdur.”
Bir papazın oğlu Van Gogh, Gaupil ve Ortakları Şirketi’nin Londra, Brüksel ve Paris şubelerinde çalışmıştır. Balzac’ın:“Bu taçlı şehir her zaman gebe olan bir kraliçedir ki, önüne geçilemeyecek kadar şiddeti, çılgın iştahları, aşermeleri vardır” dediği Paris’te, çalıştığı şirketle ters düşen Gogh, işsiz kalmıştır. Hayatının son dönemini yaşayacağı Fransa’da bile şansı yaver gitmeyen ressam, bu hâdiselerin akabinde üniversite okumaktan vazgeçmiş, hemen peşinden Brüksel’de bir din okuluna kayıt olmuştur;burada da memnuniyetsiz bir hâle bürünmüştür. Daha sonra Güney Belçika’daki kömür madenlerinde vaizlik yapmaya başlamıştır ve bu yüzden “alçalmış biri”ymiş gibi hakir görülmüştür.
Hayat, Van Gogh için buğulu bir aynaya benzer ve sanki sanatçı resmettikçe aynadaki bulanıklığın gideceğini düşünmüştür. Ressam ardında iki bin küsur eser bıraktı, çoğu ise hayatının son merhalesinde icra edildi. Eserleri Paris’teki Orsay Müzesi ve Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi’nde sergilenmektedir. “Dünyada iyi şeyler, insanlar için faydalı bir şeyler yapmak istiyorum” diyen sanatçı bunu başarabilmiş midir? Cinnet nöbetlerinin gölgesinde bir hayat süren ressamın Mart 1882’de yazdığı mektuptan bir kısım: “Hayat da desen çizmek gibi... Kimi defa çok hızlı davranmak, kararlı olmak, büyük enerjiyle başlamak, esası belirleyen çizgileri şimşek hızıyla kâğıda geçirmek gerek. O ân kararsızlığa, kuşkuya hiç yer yok; el titremeyecek, göz başka yere kaymayacak. Ve kendisini öyle verecek ki işine, kısa sürede kâğıt veya tuval üzerinde daha önceden olmayan bir şeyler belirecek, sonradan baktığında insan onun oraya nasıl geldiğini tam olarak kestiremeyecek... Tartışma, düşünme zamanı, kararlı harekete geçmeden önceki safha... Bir defa harekete geçildi mi, öyle kafa yormaya, tartışmaya fazla yer yok. Hızlı davranmak insanoğlunun rolüdür, ama bunu yapabilecek duruma gelmek için çok uzun bir yol katetmek gerekli. Kimi pilot vardır ki, fırtınada parçalanmayı kabul edeceğine, aynı fırtınayı yol almak için kullanabilir.” Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere mesele BD-İBDA külliyatında “sanat daima baskının neticesidir!” bahsine çıkıyor. “Onu –yani sanatı- ne kadar serbestse o kadar yukarılara yükselir sanmak, uçurtmayı havalanmaktan alıkoyan şeyin ip olduğunu sanmaktır.” Gogh’un yazdığı mektuplara barak onun kaleminin kıvraklığını hemen anlayıveririz, o sadece bir ressam değil, iyi bir edebiyatçıdır da.
Gogh, çağdaşı Empresyonist (İntibaiyyeci/İzlenimci) Paul Gauguinle arkadaş idi. Şu meşhur “kulak kesme hâdisesi” yaşandığında, Van Gogh’un Fransa-Arles’teki “sarı ev”inde birlikte vakit geçiriyorlardı. Nihaî olarak iki arkadaş bir anlaşmazlığa düştü. Bu olay hakkında birçok şey rivayet edilmiştir. Van Gogh Müzesi araştırmacılarından Louis vanTilborghHolanda TV’ye yaptığı açıklamada “Bu hâdisenin ne olduğunu henüz bilmiyoruz. Fakat bu büyük bir hikâyenin parçasıdır” şeklinde açıklama yapmıştır. Bir de “Van Gogh Sarısı” diye bir renk vardır. Yaz mevsimlerinde öğle vakti çıkan bir güneşin rengini andırır.
Sefil şartlar altında bugünün makinelerine bile taş çıkartacak derecede üretebilen bir zihin, çevresindekiler tarafından anlaşılmamasına mukabil yılmayan bir inat, onlarca otoportre resmetmesine karşın mütevazı biri olması, sadece ilahî kudretin önünde teslim olan bir irade; sanıyorum bu nitelikler ancak büyük sanatkârlarda olur. Buhranlı süreçlerden “Yıldızlı Geceler”e, kıtlıktan “Buğday Tarlaları”na; işte bu anlattıklarımız biraz onu hatırlatır... Gogh, 1890 yılında geçirdiği nöbetlerin sonuncusunda, 37 yaşında kafasına sıktığı bir kurşunla hayata veda etmiştir.
Baran Dergisi 619. Sayı