Şuur aynasında eşya ve hadiseler

0
Şuur aynasında eşya ve hadiseler
Hadiseler karşısında fikir, bir tür dâhili rehberdir. Sokakta çıkan bir kavga ya da devletlerarası bir savaş gibi hadiseler karşısında kişinin şuur seviyesi, bu hadiseleri algılama ve yorumlama şeklini belirler. Bir kişi için savaş, “adaletin tesisi” olabilirken, bir başkası için “insanlık trajedisi” olabilir.

Fikir, insanın eşya ve hadiseler karşısında ruhun “nasıl?” ve aklın “niçin?” sorularına verdiği cevaptır. Kişinin şuur seviyesi, bu sorulara verdiği cevabı şekillendirir. Bu, basit bir tanım gibi görünse de, derin bir hakikati barındırır. Necip Fazıl Kısakürek’in ifadesiyle, “İnsanı insan yapan, onun dışıyla değil içiyle, sorulara verdiği cevaplarla anlaşılır.”

Fikir ve Şuur Seviyesi

Bir kurşun kalemle karşılaşan insan, bu basit eşyayı aklın “niçin?” ve ruhun “nasıl?” sorularıyla değerlendirir. İnsan beyni, gördüğü her nesneyi ve hadiseyi anlamaya çalışır. Şuur seviyesi, kişinin bu sorulara verdiği cevabı belirler. Şuur seviyesini etkileyen unsurlar arasında kişinin yetiştiği coğrafya, aile, eğitim, arkadaş, hayaller ve hatta seyahatler bulunmaktadır.

Necip Fazıl’ın “Ben eşya ve hadiseleri, ruhun aynasında, öz cevherine göre tartarım.” sözü, şuur seviyesinin bu değerlendirmedeki ehemmiyetini vurgular. Kalem örneğini ele alırsak, bir kişi kalemi sadece “bir yazı vasıtası” olarak görürken, bir başkası “şiirler yazdıran ilham kaynağı” olarak değerlendirebilir. Bu, insanın şuur seviyesine nispetle değişen bir idraktir.

Şuur seviyesi, fertlerin eşya ve hadiseleri algılama şeklinde önemli bir rol oynar. Eğitimli bir fert için kurşun kalem, “yazıyı keşfetme vasıtası” olabilirken, üretken bir fert için “sanatsal bir ifade” vasıtası haline gelir. İnsanın bu algılama farklılıkları, şuur seviyesinin çeşitliliğini gösterir.

Fikir ve Medeniyet

Hazreti Mevlânâ, “Hamdım, piştim, yandım.” diyerek insanın ruhsal ve zihinsel tekâmülünü vurgular. Batı’dan Immanuel Kant ise, “Aklını kullanma cesaretini göster!” diyerek insanın zihinsel bağımsızlığını ön plana çıkarır. Her iki düşünürün yaklaşımı, fikrin hem fert planında hem de cemiyet planında nasıl teşekkül ettiğini ve evirildiğini gösterir.

Fikirler, kişisel şuur seviyesinin ürünü olduğu kadar toplum şuurunun da bir yansımasıdır. Toplum şuurunun şekillendirdiği fertler, bu şuur seviyesini geri besler. Örneğin, bir savaş hadisesine verilen tepkiler, kişinin ya da toplumun şuur seviyesiyle doğrudan ilişkilidir. Necip Fazıl, “Bir insan, bir insan; bir insan, bin insan.” diyerek kişinin topluma olan etkisini çarpıcı bir şekilde ifade eder.

Hem Batı hem Doğu medeniyetleri, fikirlerin toplumun gelişimi üzerindeki etkisine dair önemli görüşler sunmuştur. Örneğin, Batı’dan Friedrich Nietzsche, “Kendi kaderini yaratan insan, en büyük sanatı icra etmiştir.” diyerek insanın fikir gücünü bir yaratıcı edim olarak tanımlar. Doğu’dan Konfüçyüs ise, “Düşünmeden öğrenmek faydasız, öğrenmeden düşünmek tehlikelidir.” diyerek fikirlerin bilgiyle yoğrulması gerektiğini ifade eder.

Tasavvuf perspektifinden bakıldığında ise, insanın fikrî yolculuğu, onun varoluş gayesine ulaşması için bir vasıtadır. Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri, “Her şeyin bir hakikati vardır; insanın hakikati de, fikrin derinliğinde gizlidir.” diyerek, insanın kendi öz cevherine ulaşmasında fikrin ehemmiyetini vurgular. Yine Yunus Emre’nin “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir.” sözleri, fikrin insanı kendi öz benliğine yaklaştıran bir köprü olduğunu ifade eder.

Fikir ve Hadise

Hadiseler karşısında fikir, bir tür dâhili rehberdir. Sokakta çıkan bir kavga ya da devletlerarası bir savaş gibi hadiseler karşısında kişinin şuur seviyesi, bu hadiseleri algılama ve yorumlama şeklini belirler. Bir kişi için savaş, “adaletin tesisi” olabilirken, bir başkası için “insanlık trajedisi” olabilir.

Batı’da Edmund Burke, “Kötülüğün zaferi için, iyi insanların hiçbir şey yapmaması yeterlidir.” diyerek fikir ve şuurun aktif rolünü savunur. Doğu’dan ise İbn Sina, “Bilgi, ruha nurdur; fikir ise o nurun şekil bulmasıdır.” diyerek fikrin aydınlatıcı yanını vurgular. Bu ifadeler, kişinin hadiseler karşısında şuur seviyesini yansıtan fikirlerin ehemmiyetini gözler önüne serer.

Necip Fazıl Kısakürek, “Hadiseler dışımızda cereyan eder; ama insan onlara verdiği cevapla kendi iç âlemini yaratır.” diyerek kişinin hadiseler karşısındaki tavrının, onun ruh ve akıl seviyesini ortaya koyduğunu belirtir. İnsan, fikirlerini kullanarak sadece kendisini değil, çevresindeki dünyayı da anlamlandırır ve şekillendirir.

Tasavvufî bakış açısıyla, hadiseler Allah’ın tecellilerinden ibarettir. İnsan, bu tecellilere verdiği cevaplarla ruhsal tekâmül yolunda ilerler. Abdülkadir Geylani Hazretleri, “Her şey O’nun eseridir, fikir ise O’na giden yolun işaret taşıdır.” diyerek insanın hadiseler karşısında şuur ve fikirle mutlak varlığa yaklaşması gerektiğini ifade eder.

Fikirsel Derinlik ve İdrak

Fikir, insanın kendisiyle olan ilişkisini anlamlandırmasının anahtarıdır. Batı’dan Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım.” ifadesi, kişinin tefekkür vasıtasıyla kendi mevcudiyetini tanımasını ifade ederken, Doğu’dan Yunus Emre’nin “Bir ben var benden içeri.” sözü, insanın kendini tanımasının derinliğini vurgular.

Fikirlerin derinleşmesi, kişinin yalnızca zihinsel değil, aynı zamanda ruhsal bir olgunluğa erişmesine de hizmet eder. İnsan, fikrî çabasıyla hem kendine hem de topluma değer katar. Necip Fazıl’ın şu sözü bu noktada anlam kazanır: “İnsan, eşyaya verdiği mânâ ile kendini inşa eder.”

Tasavvufta, fikirlerin derinleşmesi insanın mârifetullah mertebesine ulaşmasına vesile olur. İmam Gazâlî, “Düşünce, insanı hikmete; hikmet de Hakk’a ulaştırır.” diyerek fikrin insanı Allah’a yaklaştıran bir merhale olduğunu belirtir. Bu perspektiften bakıldığında, fikir yalnızca aklî bir uğraş değil, aynı zamanda ruhsal bir yolculuktur.

Fikir, insanın eşya ve hadiseler karşısında verdiği cevaplardır. Bu cevaplar, kişinin ruh ve akıl muvazenesine, şuur seviyesine ve yaşadığı tecrübelere nispetle şekillenir. Necip Fazıl’ın “İnsan, eşya ve hadiselerle savaşında, kendi öz cevherini keşfeder.” sözü, bu süreci özetler.

Fikrin oluşumunda şuur seviyesi kadar, toplumsal ve kültürel birikim de etkilidir. Doğu ve Batı mütefekkirlerinin ifade ettiği gibi, fikir, insanın hem kendini hem de çevresini anlamlandırma çabasıdır. Fikirlerin derinleşmesi, insanın kendisiyle, çevresiyle ve nihayetinde yaratıcıyla olan ilişkisinde yeni kapılar açar. İnsan, fikirlerini geliştirdikçe, kendi varoluş hikâyesini yeniden yazar ve bu hikâye, insanlık tarihinin bir parçası olur.

Yorum Yazın