Mimarlıkta yeni bir soluk

0
Mimarlıkta yeni bir soluk
Yeni bir soluk, yeni bir heyecan her devirde yeni icatların temelini oluşturmuştur. Yeni icatlara ihtiyaç duyulduğunun ihtiyacı duyulursa yeni bir soluk ve heyecan arayışına girişmek ardı sıra gelecektir.

Yeni bir soluk… Anlayışta, duyuşta, bakışta yeni bir soluğa ihtiyacımız var. Bu eksiklik belki her alanda hissediliyor olabilir; her disiplin kendi özeleştirisini yaptığında muhakkak eksikliğini hissedeceği bu “soluk” mimarlık ve sanat piyasasında nedense hiç hissedilmiyor gibime geliyor. Bütün büyük oluşların temelinde yatan heyecan unsuru ruhun derinlerindeki ihtiyacı hissedilir hale getirir. Başta heyecan eksikliği sebebiyle yapılıp-edilenler yüzeyde dalgalanmalara sebep oluyor, her an yeni dalgalanmalar peşi sıra geliyor. Heyecanın şiddeti kadar ruhun derinliklerindeki eksiklik hissedilir ve artık dalgalanmalar yüzeyde değil derinlerde meydana gelir. Derinlerdeki hareket, bütünü yerinden oynatır. 

Her devrin kendine mahsus maddi görünüşleri, o devrin insanının iç âleminin  tezahür aynalarıdır. Günümüzün maddi dünyasındaki kakafoni mücerret tefekkür zemininden ne kadar uzaksa, maddi görünüşler de ahenk belirten iç âlem düzeninden o derece uzakta görülüyor. V. Kandinsky’nin “gizemli unsurları” olan insan, devir ve ebedi olan şey yeninin ve daima yeni kalması beklenenin beslendiği ve kendisinden neşet ettiği unsurlardır. İnsan ve devir zamanla eskimeye, pörsümeye mahkumken; ebedi olan unsur zaman geçtikçe yeniliğini muhafaza edip kıymetlenecektir. Fakat birinci ve ikinci unsur olmadan ebediliği arzulayan unsur maddi görünüşe çıkamayacaktır. Kandinsky’e göre üç unsuru bir ahenk içerisinde tezahür aynalarından yansıtacak olan güç ruhî kuvvettir. Soluk, heyecan, ruhun derinlikleri, iç âlem, ebedi olan ve ruhî kuvvet ifadelerinin paralelliği ve kesişen mana bütünlüğü üzerinde gerçekleştirilecek uzlaşma ve ayrışma ortaya dünya görüşü farklılıklarını çıkaraktır. Kaçınılmaz olan taraflılık, her bir tarafın kendi içindeki kavramsal birliğin derinliğine ve genişliğine hareketini temin edecektir. 

Dünya görüşü; dinin, inanç esaslarının insanın dış tezahür aynalarındaki görünüşlerinden ibarettir. Bağlı olunan dünya görüşünün insanın davranışlarına yansımaları o insanın ahlâkını gösterdiği gibi bağlı olduğu dünya görüşünün de ahlâkî kaidelerinden parçalar aksettirir. İnsan davranışları ise insanın yapıp-etmelerine yansıyacağı için, yapılan iş ve eserin yapanın ahlâkıyla doğrudan ilişkili olacağı muhakkaktır. Bu çerçevede mimarın veya daha geniş manasıyla sanatkarın tercihleri, bu tercihlerin üsluba ve dolayısıyla biçimlere, şekillere yansıması ve bütün bunlarla ilişkili verimlendirmeler büsbütün ahlâk ve daha üst kademede dinin çerçevesi içerisinde yerini bulur. Yani Turgut Cansever’in ifadesi ile bir sanat eserinin üslup özelliklerinin ilişkileri mimarın/sanatkarın iç âlem düzeni ve idrakiyle ahenk içerisinde organize edilir ve biçime kavuşur. Bu itibarla sanat ve mimarî, ahlak ve din alanına ait disiplinlerdir. Sanat tarihçisi Alois Riegl, geç Roma döneminde inanç, düşünce ve davranış biçimlerinde meydana gelen değişmelerle sanat biçimleri arasındaki münasebeti yeniden tesis etmeye yönelik çalışmalar yürütmüştür. Wöfflin, Barok ve Rönesans arasındaki kategorik biçim farklılıklarının temel sebebinin farklı inançlara sahip olunması olarak özetler. Erwin Panofski Avrupa’nın Ortaçağ skolastik düşüncesindeki değişimler ile Gotik mimarinin gelişimi arasında bağlar kurmuştur.

Yeni bir soluk, yeni bir heyecan her devirde yeni icatların temelini oluşturmuştur. Yeni icatlara ihtiyaç duyulduğunun ihtiyacı duyulursa yeni bir soluk ve heyecan arayışına girişmek ardı sıra gelecektir. 

 

Yorum Yazın