İstanbul'un Deryâçesi -III-

0
İstanbul'un Deryâçesi -III-

Kaptan-ı Deryâlar Tophane ve Kabataş’a Dair

Deryâçe'nin insanları nasıl oldu da iffet, şevk, şetaret timsaliyken rehâvetin esiri oldu? Nehr-i Aziz ve belde-i tayyibenin (güzel şehir-İstanbul) ruhu niçin sefahat ve günahkarların muhasarası altında? Semânın rengi yok, insanlar donuk, inkişaf ve tekamülden uzak... Koca medeniyete boyun eğmiş güzide beldede yaşayanlar vurdumduymazlık limanına demir atmış, kendilerine olduğu gibi diğer mahluk ve hâdiselere de yabancı. Göğün rengini bozanlar, mevsimleri küstürenler şöyle kenarda dursun. Biz yine de ölümsüzlük elbisesi giymiş, ebede kadar ehemmiyetini kaybetmeyecek İstanbul'dan bahsetmeye devam edelim.

Memleketi muhafaza edebilmek için askerî güç kadar kültür, estetik, sanat ve imân gerektiğini bilen genç hükümdar, İstanbul'u fethettikten sonra top imalathanesi ve top kışlası kurdurttu. Taht, II. Sultan Bayezid'e kalınca bu hükümdar babasının inşa ettirdiği mekânı geliştirdi. Çaldıran, Merdidabık, Ridaniye, Mohaç zaferlerinde kullanılan, düşman askerlerinin şakaklarını titreten sahra topları Tophâne'de yapıldı. Cesur yürekli neferler bu kışlada, Osmanlı'nın idare ruhundan nasiplenerek yetişti. Kışlayı müteakiben Tophane semti imalathaneler, çınar ve kestane ağaçları ve yalılarla süslendi.

Bir zamanların kaptan-ı deryâsı ve Cezayir'in beylerbeyi (eyalet yöneticisi) Kılıç Ali Paşa, Deryâçe'nin en güzel civarlarından Tophane'de bir abide yaptırmak müsaadesi isteyince, Galata kadısına müracaat ettiler. Hicrî 911'deki hükümde, kaptanın Yahyâ Efendi Külliyesi çevresinde kendi altunlarıyla bir hamam yaptırmak istediği ifade edildi, kimsenin vakıf ve mülküne zarar verilmemesi şartıyla dileği kabul oldu. Koca Sinan, kolları sıvadı ve dehâsı devreye girdi.

TDV Ansiklopedisi'nden: "Kitâbesine göre külliyenin kurucusu Kılıç Ali Paşa’dır ve Mimar Sinan’ın eserlerini bildiren çeşitli tezkirelerden anlaşıldığına göre bu ünlü mimar tarafından inşa edilmiştir. Caminin cümle kapısı üstünde yer alan, şair Ulvî’nin yazdığı tarih kitâbesindeki, “Cehd edip yaptı bu zîbâ câmii / Şîr-i meydan ol Ali Pâşâ benam / Ehl-i diller dediler târîhini / Oldu a‘lâ câmiin Beytülharam” mısraları yapının 988’de (1580) tamamlandığını gösterir. Evliya Çelebi, XVII. yüzyılın ilk yarısında İstanbul’u anlatırken bir selâtin camii hüviyetindeki mâbed için, “İstanbul’da başka bir benzeri yoktur” diyerek yapının Ayasofya’ya benzediğine işaretle mimarisi, iç süslemesiyle mefruşatı hakkında bilgi verir." (Müellif: Semavi Eyice)

Kılıç Ali Paşa Külliyesi'nden daha önemlisi, paşanın bizzat kendisidir. İtalyan asıllı denizcinin Müslüman olmadan evvelki ismi Giovanni Dionigi Galeni'dir. İnebahtı Deniz Muharebesi'nde Osmanlı donanması Haçlı Donanması'na merkez ve sağ kanatta yenilirken, sol kanatta Ulu Ali Reis'in (Kılıç Ali Paşa) kumanda ettiği ordu büyük başarı gösterdi. Kaptan-ı Deryâ olmasındaki esas sebeplerden birisi de budur. Ya koskoca Mağrip'i (Tunus, Fas, Cezayir) altun tepsiyle Yavuz'un azametli ellerine teslim eden Barbaros Hayreddin Paşa'ya ne demeli? Kanuni, Barbaros'u vezirliğe tayin etmek istemiş fakat kanunlar müsaade etmemiş... "Kanunlar deryâ kaptanını beylerbeylikten öte geçiremiyordu. Kanunun geçiremediğini ise padişah hiç geçiremezdi. Padişah bu çaresizlik karşısında paşaya sonsuz ihsanlarda bulundu. Haslarına yüz bin akçe terakki kaydedildi" (Sâmiha Ayverdi, Boğaziçi'nde Tarih s. 116)

Olsun, ona hükümdarı tarafından hediye edilen "Hayreddin" yâni "dinin hayırlısı" nişanesi yeryüzündeki tüm vezirliklerinden daha güzeldir. Nitekim "Preveze cihâd-ı ekberinin zafernamesi"nin kahramanı gözü kara olduğu gibi gönlü de pekti; saçtığı heybet kâfiydi.

Trablus fatihi Turgut Reis'e de ülkeyi fethettiği takdirde valilik verileceği söylenmiş fakat Osmanlı kanunları buna müsaade etmemişti. Cemiyetteki sıradan insandan, deryâların kaptanına ve dahi padişaha kadar çizgiler bellidir, kanun budur. Bir avuç kadırgaya kumanda ederek Akdeniz'de Sakız ve Cerbe adalarını Osmanlı'ya katmış, İspanya, İtalya ve Fransa (burada Korsika’yı da fethetmiştir) sahillerinde rüzgar ve kürekle değil, şânıyla yelkenlerini doldurmuş Piyale Paşa'yı da zikredelim. İspanya Kralı İkinci Philippe'nin 200'e yakın gemisini silkeleyip kumandanlarını esir etmişti. Piyale Paşayı da bu muzafferiyetleri müteakip vezirliğe taltif etmek istemişler ve yine kanunlara toslamışlar. İki sene beylerbeyliği yapmış. Ardından birkaç sene daha geçmiş, üçüncü vezir olarak kanunların çizdiği yoldan yürümeye devam etmiştir.

Uzak denizlerde fırtınalar kopadursun, günbatımına doğru seyrini değiştirsin kaptanlar. Biz Boğaziçi'nde Tarih'ten istifade ederek, Kabataş’a geçelim...

Kabataş

Rivâyete göre bir denizci adına Kabataş kıyısında bir zafer abidesi olarak büyük bir taş parçası dikilmiş. Bu taş, 1820’lerde Mustafa Çelebi tarafından yontturulup iskele hâline getirilmiş.

Mitolojiye göre Chalcis isimli bir sanatçı Kabataş sahiline gelip arp çalarmış. Güzel de çalıyor olacakmış ki, etrafı çalgıdan tüten ritmin ahengine salan insanlarla kuşatılırmış. Bu da yetmezmiş gibi, Deryâçe’deki balıklar bile müzikten hoşnut kalırmış. Chalcis ne zaman Kabataş sahilde arp çalmaya başlasa, bir tane yunus, hep aynı şekilde suyun üzerinde ölü hareketsizliği içerisinde belirirmiş. Bir başka arp çalan çoban, hasetten oku almış eline vuruvermiş sevdalı yunusu. Chalcis de bu hâdiseyi öğrenince çobanı boğazlamış. Yunusu da Deryâçe’nin kollarından alıp kıyıya getirip gömmüş. Deniz mahlukunu toprağa verdiği yere de koca bir taş dikmiş. Dolayısıyla Kabataş olmuş.

Baran Dergisi 709.Sayı

 

 


 

Yorum Yazın