İroninin terazisinde Doğu ve Batı: İran Mektupları

0
İroninin terazisinde Doğu ve Batı: İran Mektupları
“Montesquieu, Batı’yı Doğu’nun gözleriyle gördü; ama aslında insanın gözlerini kendine çevirmesini sağladı.” Raymond Aron

Montesquieu’nün İran Mektupları adlı eseri, görünüşte Paris’e gelen iki İranlı aristokratın mektuplarından ibarettir. Fakat bu mektuplar, Batı’nın içyüzüne, Doğu’nun zaaflarına ve insan doğasının değişmeyen çelişkilerine tutulmuş birer felsefî aynadır. İroninin, zarafetin ve derinliğin harmanlandığı bu klasik metin, bugün hâlâ insanlığa katkı sağlamaya devam ediyor. 

İnsan, kendi suretini en net başkasının gözlerinde görür. 18. yüzyıl Avrupa’sının siyasi ve kültürel aynasına bir Doğulu seyyahın gözlüğüyle bakan Montesquieu, İran Mektupları adlı klasik eseriyle hem toplumların hem fertlerin kendine dair en derin sırlarını istihzayla, ironiyle, felsefi çözümlemeyle açığa çıkarır. İki İranlı aristokratın -Özbek ve Rika- hayalî mektupları yoluyla yazılmış bu eser, hem bir seyahat anlatısı hem bir kültürel tenkit hem de bir insanlık portresidir.

Hicvin Zarif Eli

Montesquieu’nün Doğulu karakterleri sadece gözlemci değil, kadim bilgeliği temsil eden bir ayna gibidir. İbn Sina’dan Konfüçyüs’e uzanan hikmet geleneğiyle yoğrulmuş bu bakış, Batı’nın iç çelişkilerine nahif ama derin bir mercek tutar.

Montesquieu, Avrupa’nın ikiyüzlü din anlayışını, sınıf çelişkilerini, çıkarcılığını ve yozlaşmış ritüellerini, doğulu bir yabancının gözünden sergilerken, aslında Doğu’yu değil Batı’yı resmeder. “Bu sihirbazın adı Papa. Kâh kralı üçün aslında bir olduğuna, kâh yenen ekmeğin ekmek olmadığına, kâh içilen şarabın şarap olmadığına ve buna benzer bin bir çeşit şeye inandırıyor.” ifadesi yalnızca Katolikliğe değil, inançların dogmalara hapsolmasına mukabil bir sarkastik itirazdır.

Bir başka yerde, “Suçu teşkil eden fiil değildir. Asıl suç, suçu işleyenin bunun bir suç olduğunun bilincinde olmasıdır.” diyerek insanın yalnızca eylemleriyle değil, niyetleri ve farkındalıklarıyla da yargılanabilir olduğunu vurgular.

İnsanlığın Ortak Maskesi

İroni yalnızca Batı’ya yöneltilmiş değildir. Doğu’daki şekilci dindarlık, yüzeysel fukaralık gösterileri ve fikir yerine lafla oyalanma alışkanlığı da eleştirinin hedefindedir. Ancak bütün bu tenkitlerin merkezinde, kültürlerden bağımsız bir “insanlık hâli” yer alır. 

Bu mektuplar, yalnız 18. yüzyılın Paris’ine değil, 21. yüzyılın dijital yalnızlıklarına da yazılmış gibidir. İnsanlık hâli, mekân ve zaman aşan bir sadelikle gözler önüne serilir.

Montesquieu’nün mektupları boyunca hissedilen şu satırlar bunu teyit eder:
“Ne denli küçük olduğumuzu hiçbir şekilde hissetmiyor, ne kadar istemesek de evrende itibar görmek, var olmak, önemli bir nesne olmak istiyoruz. Bizim kadar mükemmel bir varlığın yok olmasının doğaya zarar vereceğini sanıyoruz.”

Sahte Sevinçler ve Kederler Çağı

Montesquieu’nün gözlemleri güncelliğini hiç yitirmemiştir. Modern insan sahiciliğini kaybettiği, duygularının bile simülasyona dönüştüğü bir çağda, “O kadar körüz ki, ne zaman kederlenmemiz, ne zaman sevinmemiz gerektiğini bilmiyoruz. Hemen hemen tüm üzüntülerimiz de sevinçlerimiz de sahte...” ifadesi, 18. yüzyıldan bugüne yankılanan bir hakikatin sesidir.

Ölüm ritüellerinin abartılı şekilciliğine dair şu satırlar ise bugün bile fazlasıyla düşündürücüdür:

“Cenaze törenlerini yasaklamak isterdim: insanlar öldüğünde değil de doğduklarında ağlamak gerekir.”

Zira hayat, çoğu zaman insanın kendi trajedisini idrak edemeden yaşadığı bir komedidir.

“Montesquieu, Avrupa’nın kusurlarını İranlı bir hayal üzerinden anlatarak eleştiriyi mümkün kıldı.” Isaiah Berlin’in bu sözü, Montesquieu’nün entelektüel stratejisini açıklar: Yabancının diliyle içe dönmek, kendini bir başkası üzerinden görmek. İran Mektupları yalnızca bir hiciv metni değil, hakikatin diplomatik ama etkili bir taşıyıcısıdır.

Bütün bunlara rağmen Marshall Berman Özgünlüğün Politikası isimli eserinde İran Mektupları’nın hiçbir zaman “kapsamlı ve yoğun bir eleştiriye tabi tutulmadığını” belirtir. Ona göre İran Mektupları, çoğu zaman gölgesinde kaldığı Kanunların Ruhu’ndan bile daha verimlidir. 

“Bu bir talihsizliktir çünkü bu kitap bir dönemin tüm tarihini içinde bulunduran ender eserlerden biridir. Onun içsel gelişimi on sekizinci yüzyıl Avrupa tarihinin akışını öngörür. Egzotizmle başlar devrimle sona erer. Bu süreçte, yüzyılın tüm belli başlı fikirleri sahne alır. Bu fikirler birbirleriyle etkileşerek tüm atmosfere yayılan göz kamaştırıcı bir parıltı yaratırlar…”

“Kendini geliştirmeyi seven kişi asla aylak değildir.” diyen Montesquieu’nün bu eseri, okuyucusunu yalnızca tefekküre değil, aynı zamanda tekamüle çağırır.

İran Mektupları, yalnız Montesquieu’nün değil, her çağda hakikati arayanların kitabıdır. Yalnızca okuyup geçilmemeli, satır aralarında durulmalı, her mektupta biraz da kendi suretimiz aranmalıdır. Zira Montesquieu’nün yabancı maskesiyle söylediği sözler, en çok bize dairdir.

Yorum Yazın