Tarih kimine göre tükürükten, kimine göre tekerrürden ibarettir; en basit tabirle dün ve bugün tarihin bir parçasıdır, sonrası ise muamma.. Bugün yaptıklarımız yarına dair ipuçları verse de, belirsizdir. Bu belirsizlik kimini kahreder, kimilerini huzura erdirir. Biz yaşadığımız anın içinde irade sahibiyiz.
Tarihin seyrini değiştiren, toplumların ufkunu aydınlatan birçok ân vardır; muhteşem keşifler, azim dolu fetihler mesela. Toplumlar, şereflerini tarihte yaşanan hâdiselerle pekiştirmemişler midir? Mütefekkirler, ressamlar, edebiyatçılar, müzisyenler, siyasî dehalar ve daha kimler kimler memleketlerinin nişanesi olmuştur.
Seyircilerine çok basitmiş gibi gözüken hâdiseler bile karmakarışık olabilir. 1 Aralık 1955 Afro-Amerikanlar için tarihî bir andı. Alabama doğumlu bir kadın, Afro-Amerikanları şereflendirdi, hem de oturduğu yerden kalkmayarak.
1950’lerin Amerikasında ırkçılık şimdikine nisbetle hat safhadaydı. Kanunlar ve bir kesim, siyahîleri ikinci sınıf insan olarak görüyordu. Toplu taşımalar ikiye ayrılıyordu, siyahîler ön taraflarda oturamazdı. Tüm koltuklar dolduğunda ise soluk benizli herhangi biri siyah birisinden yer istedi mi, bu isteğinde muvaffak olmak zorundaydı! Tâ ki Rosa Luise Parks buna başkaldırana dek... Ne bir nedamet, ne de sonrası için başına gelecekleri düşünmedi, belki de ters giden kötü şeylerin karşısına hiçbir şey hesap etmeden yiğitçe çıkmak lâzımdır!
Kim Bu Yürekli Kadın?
Rosa Parks, 4 Şubat 1913’te Alabama’da doğdu. Çocukken annesi ve babası ayrıldı. Eğitimini bile layıkıyla alamadı, evde annesi ne kadar üzerine titreyebildiyse o kadar istifade etmeye çalıştı. On bir yaşında eyaletin Endüstri Kız Okulu’na gitti. Büyükannesinin rahatsızlıkları sebebiyle eğitim hayatı bir kez daha sekteye uğramış oldu. Belki müfredatta mevcut olan şeylerde eksiklikleri vardı; fakat vicdanını dinlemesini öğrenmiş ve yüreğini yeterince terbiye etmişti. Zaten erdemli bir insan olmanın yollarından birisi de buydu. Hem insanın kıymet ve kuvveti sadece bilgiye dayandırılmamalıydı, iyi huylar, ruhî terbiye de en az bilgi kadar mühimdir.
Raymond Parks ile 1932’de evlendi, eşinin vesilesiyle lise eğitimini tamamladı. Eşi Raymond Parks bir berber aynı zamanda ise Renkli İnsanları Geliştirme Ulusal Birliği (NAACP-National Association for the Advancement of Colored People) aktif üyesiydi. Rosa Parks da NAACP üyesi olarak aktif bir rol aldı.
Irkçılığa Karşı Erdemli Bir Hareket!
Kadın kâşif değildi, deha da. Kırk iki yaşında mesai saatinin sonunda evine gidebilmek için otobüse bindi. Aralık ayının ilk günüydü, yürüyerek evine gittiği günlerden değildi. Birçok siyahî gibi o da kötü bir muameleyle karşılaştı. Otobüs şoförü James Blake zaten siyahîlere hayvan muamelesi etmesiyle meşhur olmuştu. Otobüsün ilk dört sırası dolduğunda bazı beyaz yolcular ayakta kaldı, otobüsü durduran James Blake, colored tabelasını iki sıra arkaya çekerek Afrika-Amerikalı yolculara arkaya geçmesini buyurdu. Rosa’nın yanında duran diğer üç erkek kalkıp arkaya geçerken Rosa Parks, kalkmak yerine boşalan cam kenarına geçerek şoföre isyan eden bakışlar yöneltti! Ayrımcılık artık canına tak etmişti. Şoförün kinayeli “Neden kalkmıyorsun?” sualine karşı hissettiklerini şöyle ifade ediyordu: “Artık bir insan ve bir vatandaş olarak hangi haklara sahip olmadığımı kesin olarak bilmek istiyordum. İnsanlar, benim o gün çok yorgun olduğum için koltuğumdan kalkmayı reddettiğimi söyleyip duruyorlar. Doğru, yorgundum ama asıl sebep bu değildi. İş günü olmasının fizikî yorgunluğu değildi bu. Yaşlı da değildim, 42 yaşındaydım. Çok yorgundum. Sürekli aşağılanmaktan ve bunu kabullenmekten yorgundum!”
İnsanî muamele görmek istedi. Ne bir nedamet, ne de sonrası için başına gelecekleri düşünmedi, yaptığı şey de namussuzluk değildi! Belki de ters giden kötü şeylerin karşısına hiçbir şey hesap etmeden yiğitçe çıkmak lâzımdır.
Sonrasında ise şoför polisi çağırdı ve “kamu düzenini bozduğu için” tutuklandı... Rosa Park verdiği röportajların birinde “Aşağılanmak istemiyordum. Parasını ödediğim koltuktan kaldırılmak istemiyordum. Tutuklanmak gibi bir hevesim yoktu. Zaten işim başımdan aşkındı. Ancak o yol ayrımına gelince, irade göstermekte tereddüt etmedim. Çünkü buna artık yeterince katlandığımızı hissettim. Ne kadar taviz versek, ne kadar sussak, baskı da aynı oranda artıyordu.” dedi.
Boykot ve Teşkilâtlanma
Aktivist Edar Nixon, Rosa için 100 dolar kefalet ödedi, kadın serbest kaldı. Akabinde bir gecede otuz beş bin el ilânı basıldı, halk boykota çağrıldı!
381 gün sürdü boykot... Bu süre zarfında hiçbir Afro-Amerikalı şehir otobüsüne binmedi, hepsi gidecekleri yerlere tabanvay hareket etti! Bazı vicdanlı beyaz kadınlar arabalarıyla siyahîlere yardımcı oldu, gidecekleri yerlere kadar götürüverdiler. “İnsanî muamele görünceye, siyahî şoförler toplu taşımalarda işe başlayıncaya ve çifte standart ortadan kaldırılıncaya kadar” sürdü bu.
Montgomery Otobüs boykotuna kırk bin kişi katılırken, Rosa Parks mahkemeden çıkan kararla kamu düzenine itaatsizlikten 14 dolar cezaya çarptırıldı. Şehirde bir duyarlılık oluşmasına, boykotun işe yaramasına rağmen çoğu siyahî şiddete uğrayarak caydırılmaya çalışıldı. Mt Zion kilisesinde toplanan Rosa ve bir grup aktivist “Montgomery Improvement Association” isimli bir topluluk kurmayı kararlaştırdılar. Başkanlığa ise Martin Luther King Jr. isimli 26 yaşındaki vaiz seçildi. Luther’in evinin bombalanması da bu topluluk kurulduktan sonra olmuştur. Birlikten kuvvet doğmuştu, boykot zafere ulaşmıştı. Şehrin belediye otobüslerini işletenler büyük zarara uğramıştı. 1964’te Sivil Haklar Yasası çıktı. Rosa Parks bir kahraman oldu. Ve belki de Luther’e hayalini bahşeden kadın oldu!
Baran Dergisi 694.Sayı