Amerikan sanatçı Charles Bradley ölümünden altı sene evvel 2011’de seslendirdiği bir şarkısında, 1950’lerden kalma siyahî cazcılara has üslubuyla, “Hiçbir şey değişmeyecek gibi görünüyordu. Her şey aynı kaldı. Amerika’da bunu (yaşamak) neden bu kadar zor? Neden bu kadar zor?” diye soruyor. “Neden?” suâlini meziyetiyle arayan bu adam, cevaplar için doğduğu topraktan “süt ve bal diyarı” Florida’dan, New York-Brooklyn’e gitmiş. Dostoyevski’nin, “İyi yürekli akılsız bir aptal, kötü yürekli akıllı aptallar kadar mutsuzdur!” dediği cinsten bir adam. Gerçeğin sarsılmaz sillesi suratının ortasında patlamış. Başkaldırarak değil de, hüsrana uğramış bir tavırla “Kaçamadım, ne kadar uzağa gidersem gideyim.” diyor Kimi gider bulamaz, kimisi hiç aramadığı hâlde bulur da ne olduğunu anlamaz.
“Radikal siyahî” diye hedef gösterilen İmam Cemil el-Emin bir konuşmasında, “Amerika tarih boyunca asla uygar olamamıştır. ABD, barbarlıktan sonra çöküşe geçen yegâne devlettir. Kristof Kolomb, ucuz bir kahramandı. Kristof 14. yüzyılın Joe Lewis’iydi. Hindistan’ı arıyordu. Elindeki haritada zaten Hindistan vardı! Amerika’nın her istediğini meşrulaştırmaya yetecek gücü var. Dediler ki, Kolomb bir ülke keşfetti: Zaten insanlarla dolu bir ülkeyi nasıl keşfedebilirsin ki? Toplumunuzda kontrol edemediğiniz her şey size karşı kullanılacak birer silahtır! Amerika’daki eğitim siyah adama karşı bir silahtır.”
Hubert Gerold Brown (İmam Cemil) henüz genç bir siyahîyken Malcolm X (Malik el-Şahbaz) ve Martin Luther King’in haklı mücadelesine şahitlik edip, bu uğurda mücadele etmek istedi. Şiddete Başvurmayan Öğrenci Organizasyon Komitesi’ne girdi. Komitenin üst kuruluşu Kara Panter Partisi’nde işler yaptı. Luther King’in “şiddet içermeyen” tarzına karşı daha aksiyoner bir çizgiyi savundu, ölene kadar da mücadele etti. 1967’de komitenin başkanı olduktan sonra “isyan” sebebiyle gözaltına alındı ve hakkında davalar açıldı. Daha sonra iki komite üyesi tarafından yaptığı iddia edilen bir bombalı saldırıyla yargılanma sürecinde “aksaklıklar” yaşandı. 1971’de hapse atıldı. Bir rivayete göre Malcolm X’in korumalığını da yaptı. Uyuşturucu, kumar ve diğer kötü şeylere karşı mücadele edip, “Dar-ül İslâm” ismiyle bir hareketin öncüsü oldu, on bin kişilik bir teşkilat kurduğu ifade ediliyor. Onun meşhur sözlerinden: “Bizim mücadelemiz ırkımızın yaşayıp yaşamayacağını belirleyecek. Özgürlüğü istemek yeterli değil. Direnişten hücuma geçmeliyiz. Başkaldırıdan isyana...”
1990’larda Amerikan Müslümanlar Konseyi’nin başkan vekilliğini yaptı peşinden Kuzey Amerika İslâmî Şûra Konseyi’nin kuruculularından biri oldu.
2000’de Alabama’ya seyahat ederken gözaltına alınıp müebbet hapse mâhkum edildi. İddiaya göre Fulton County’de iki polis memuru vurulmuş, birisi ölmüştür, fâil ise İmam Cemil... Mahkemenin müebbet kararı birçok şahıs ve örgüt tarafından komplo olarak ifade edilmiştir.
Cemil’in kardeşi Bin Wahad’ın bu meseleye dair yaptığı açıklamalar alâka çekicidir:
“Bir siyahın Müslüman olduğu zaman İmam Cemil gibi olmasından korkuyorlar. İmam Cemil bu hareketi başlattığı zaman çevresinde yasalarca suç sayılabilecek çoğu şeyi ortadan kaldırdı. Mesela bölgesindeki uyuşturucu trafiğini temizledi. İyi, mücadeleci insan tipi oluşturmak için mücadele etti. İmam Cemil oluşturduğu ilk şey ezanın duyulabileceği bir yerdi. Önce bunu yaptı. Sonra cami, mescit çevresinde medrese, eğitim yerleri yaptı, çevreyi kötülüklerden temizledi. Bu, ABD sistemi için bir tehlikedir. Çünkü hapisten çıkan insanlar suç işlemek yerine İmam’a katılmak istiyor. Geçmişlerini silip temiz bir hayata başlamak istiyorlar. Haydutluk yok, suç yok.”
İmam Cemil, Malcolm’ün yolundan gitti, umarız sonu da öyle olmuştur. Bir zamanlar bolluk, makineleşme ve teknolojiyle sembolleşmiş Amerika, artık sadece adaletsizlik, haydutluk ve ırkçılıkla gündeme gelebiliyor. Erdem, özgürlük, eşitlik gibi mefhumları papağanvarî şekilde tekrarlayarak göz boyamanın bittiği yerdeler. Sadece ABD’de değil, dünyanın her yerinde insanı insan yapan hakikî değerlerin içi boşaltılıyor yahut sermaye ve devletler tarafından işine gelindiği gibi lanse ediliyor. Açgözlülükle daha fazla güç ve zenginlik peşinde koşarken, “özgürlük” dedikleri şeyi çiğneyip geçtiler, “ideal ve hatta din plânındaki tüm çabalar sadece üretim amacına yöneliktirler: Kazanmak hırsıyla dolu, insan değil de eşya üretmeyi ya da yalnızca daha iyi eşya üretebilecek insanlar üretmeyi amaçlamış bir üretim toplumu” oluşturdular. Bunun en altına da siyahîleri koydular. Ülkenin birçok eyaletinde polis eliyle, acımasızca işlenen siyahî cinayetler Malcolm X’in Hac dönüşü (Oxford Union Debate 1964) “Siyaset düzeni siyah adamın köleleştirilmesine dayanmakta. Öyle bir yapısı var ki, bugün, kurnaz, aldatıcı ve düzenbaz. Sorunlarımızı çözmesi gereken ‘Vatandaşlık Hakları Tasarısı’ dedikleri şeyle geldiler. Tasarı geçtikten sonra üç vatandaşlık hakları çalışanı acımasızca öldürüldü. FBI, kimin yaptığını itiraf etti ve hiçbir şey yapmadılar! Ne kadar tasarı geçerse geçsin, benim memleketimdeki siyah insanların hayatı hâlâ beş para etmiyor!”
Dün olduğu gibi, bugün de ABD hükümeti, siyahîlerin hayat ve mallarını korumakta isteksiz ve beceriksiz. Çünkü, katledilenler “yanlış deri rengine sahip!” Hakkını arayanlar “aşırıya kaçıyor” ya da “radikal” diye yaftalanıyor. Zannediyorum, yazının başında bahsettiğim Charles Bradley’in “Neden bu kadar zor (Why is it so hard)” şarkısına cevap vermiş olduk. Adaletin bu kadar ayaklar altına alındığı “dünya imparatorluğu”nun sonu yakındır. ABD, Avrupa ve Afrika’daki protesto-başkaldırıların özünde, şaşaalı şekilde sunulan sunîlik, körelme ve makineleşmeye isyan vardır. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Baran Dergisi 716.Sayı