Size ucunda bucağında ne olduğu bilinmeyen, sınırları çizilmemiş koca bir ummana açılmanız için sağlam bir yelkenli gemi verseler bu yolculuğa çıkar mıydınız? Buna cevap verirken hayalinizde haritası çıkarılmış arz küremizin okyanuslarını getirmeyin. Üç gün sonra bilinmedik bir karaya varma ihtimalinin de üç yıl boyunca gidip hiçbir yere varmama ihtimalinin de eşit olduğunu düşünün. Tabi yanınızda diyelim ki 3 ay yetecek kadar su ve erzak var. Ne dersiniz?
İşte 15. ve 16. Yüzyıl civarında pek çok denizci batılı kâşif bu şartları kabullenerek yolculuklara çıkmaya cesaret ettiler. Bir kısmı geri döndü, pek çoğu köpek balıklarına yem oldu. Onların bu tehlikeli ve sonucu belirsiz atılımından ta günümüze kadar bir terim miras kaldı: “risk”.
Başını Alman kuramcı Ulrich Beck’in çektiği bir grup ciddi sosyolog modern asırların biz mutena toplumlarının “risk toplumları” olduğunu anlattılar. Beck’in Risk Toplumu kuramına göre modern çağın kendinden önceki binlerce yıllık (bilinen) tarihe kıyasla insan evladına monte ettiği en büyük kazık bu risk toplumu gerçekliğidir. Beck okumuş adam olduğu için bu şekilde değil ama kibarca izah eder konuyu.
Hususileştirecek olursak, insanın enerji devrimi ile iklime, ekonomik icatlar ile refah seviyesine, nükleerin keşfi ile can güvenliğine ve daha pek çok tehdide karşı çaresiz bir kurban gibi cascavlak ortada kalışından söz edilmekte. Öngörülemezlik, önlem almaya çalışsa da nereden ne zaman yeni bir krizin pırtacağını asla bilememek de bu “risk” in ayırt edici vasıflarından. Tahmin edilemiyor yani. Buna da illa örnek vereceksek pandemiyi yazabiliriz.
Modern toplumların hissettiği ve ortaya çıkan risklerin en can alıcı tarafı ise geleceği şekillendiriyor olmaları. Sırrına erilmez kaderin ağları insanlığı mutlak bir kesinlikle, belirlenmiş bir akıbetin istikametiyle bağlarken beşer, aklı ve muhakemesi ile tartıp, ölçüp biçebildiğine formül yazar ya… O kabilden. Risklerin görünüşte insan eliyle fakat engel olunamaz kolektif bir elbirliğiyle ortaya çıkarılmış olanları da, “durup dururken” dünyanın ötesinden çıkıp gelebilecek olanları da dahil, kendilerini gösterdiklerinde tetikledikleri bir mekanizma vardır. İnsanoğlunun tedbir alma, engelleme, uyum sağlama, hazırlanma gibi maksatlarla yaptığı bütün değişiklikler hayatın akışını, sonraki nesillerin ve sonrakilerin normalini belirler. Normali değiştirir. İşte sosyoloji açısından riskin gelecek üzerindeki etkisi bu.
Bir de içerisinde mukim olduğumuz Küresel Köyümüz, dünyamızın muhtarlık binalarından riskleri yönlendirenler ve daha beteri risk üreten güçler var.
Hani tahmin edilemez şekilde ortaya çıkıyordu, kural buydu? Evet, dünyanın geri kalanı için risk kalıbına uyan ama belli bir odak açısından üretilmiş tehditler formunda maruz kalınan felaketler de gerçek riskten ilham alarak onu taklit ederek en azından kısa vadeli stratejik bir gelecek belirleme niyetini ortaya koyuyor.
Pandemi hakkında, aşılar, çipler hakkında komplo teorileri bu yazının konusu değil. Bu yazının konusu ABD’nin dünyanın çeşitli bölgelerinde oluşturduğu riskli alan girdaplarında kendi rakiplerinin kaynaklarını, enerjisini, vaktini ve gücünü emmesi.
Galip veya mağlup olunamayan Ukrayna’da Ortadoğu ve Avrupa’da etki alanını artırmak isteyen Rusya’nın kaynaklarını gün be gün emen, moral açıdan ülkeyi devamlı bir stres altında tutan bir savaş anaforu hüküm sürüyor. Aynı tehdit zaman zaman şok dalgaları yayarak Kuzey Avrupa’da çeşitli yenilikler ve stratejik önlemler ile değişimler yaşanmasına neden oluyor.
Çin’in kanını toplamak üzere ortaya konan dibi delik çanağın adı ise Tayvan. Tayvan ile ilgili ara sıra reklam edilen krizin olgunlaşıp armut gibi dünya gündemine düşmesi yakın olabilir. ABD Ukrayna’da ne olur ne olmaz cingözlüğüyle Gürcistan taşını da oyuna sokmak istese de Gürcistan’dan bu hokkabazlığın görüldüğü ve oyuna gelinmeyeceği cevabı veriliyor. Ama orada da fonlanan hazır kıta politik gruplar var elbette. Bunlar Amerika’nın lastiğinin havasını boşaltmaya kalkışan çok bilmiş “muktedir”leri bir şekilde yerlerinden edip çomaklarıyla girdabın suyunu karıştırabilirler.
İran’ın kendi içinde yaşayıp yaşayabilecekleri bir Bolywood Hint sineması ayarını aşamayacak olsa bile bu komşu ülkenin önemi, Ortadoğu’da hemen her bölgeye kaygan sümüksü dokunaçlarını uzatmış, uzattırılmış olmasından kaynaklanıyor.
Tüm bu riskli, olaylı haritanın bir köşesinde, Filistin’de ise artık kelimelerle tarif edilemeyecek bir vahşet ve katliam sürüp duruyor. Bölge yıllarca sağlam biçimde örülmüş bir izolasyon çemberinde ve en organize kuruluşlar, en güçlü devletler bile içeriye fiilen giremiyor.
Fakat bütün bu vahşet, girilemeyen İsrail topraklarında değil, dünyanın dört bir yanına yayılmış Siyonist ideologlar tarafından kurgulanıyor, her yerde yaşayan etki ajanlarınca destekleniyor veya karşıt görüşler eritiliyor, her plazada yeri olan iş adamaları, politikacılar, medyaşörlerce finanse ve takviye ediliyor.
Risklere ve sürprizlere pek aşina olan modern dünyamız bir bakmışsınız siyonistlerin zayıf ve hastalıklı kalbine giden damarları koparmaya, zulmün tuğlalarını taşıyan arabaların tekerlerini kırmaya başlamış. Şimdi ıslık çalıp penguenler ve kızıl sırtlı bukalemunlar hakkında konuşan tiplerin birden bam teline geçip insanlık adına erdem pazarı açtıklarını, çağdaşlık tezgahında insan hakkı ve merhamet sattıklarını göreceksiniz.
O zaman onlara yapılacak tek şey, puro dumanından yapılmış halkalar gibi dağılıp gitmeleri için kuvvetli bir nefes vermek olacaktır.