Kore doğumlu, Alman filozof Byung Chul Han’ın ismi son günlerde sıklıkla duyuluyor. “Güzeli Kurtarmak”, “Şeffaflık Toplumu”, “Şiddetin Topolojisi” gibi ehemmiyetli eserler veren filozof, günümüz insanının krizini, “aşırı hızlanma ve benliğin zamana yenik düşmesi” olarak ifâde ediyor. “Şeffaflığın” zaman ve kedere, hâdiselerin derinliğine karşı olarak icât edilen bir kavram olduğunu savunan Han, “Post-privacy”nin (Mahremiyet sonrası) teşhircilikten başka bir şey olmadığını vurguluyor. Han, nihaî noktada “İnsanın, kendisi için bile şeffaf”lıktan uzak bir sır içinde yaşadığını belirtiyor.
Byung Chul Han, sadece içtimaî meseleleri ele almakla kalmıyor, sanat, varoluş, siyaset, dijitalizm üzerine de çalışmalarını sürdürüyor.
Fikirleri alakalılarınca ehemmiyetle ele alınan, Han çeşitli gazete ve dergilere mülâkatlar da veriyor. Biz de bazı sûallere Han’ın kitaplarında ve mülakatlarındaki ifadelerinden cevaplar aradık. Aslında Han’ın kıymetli fikirlerini sunmaya çalışan bir derleme yaptık.
Not: Aşağıdaki metinde yer alan “bold-kalın” şekilde yazılmış ifadeler bize ait.
Toplumların yapısı değişirken, tarihin dokusu da değişti. Enformasyon çağında yaşıyoruz. Sadece insanlar değil, onlarla beraber “nesne”ler de kayboluyor.
Bugün, hâlis hislere yahut da nesnelere değil, bilgi ve verilere takıntılıyız. Hepimiz bilgi manyağı değil miyiz? Hatta insanları “dataseksüeller” olarak adlandıran bir kavram var. Bu kavramı, “şahsî hayatları hakkında saplantılı şekilde bilgi toplayan insanlar” olarak tarif edebiliriz.
“Ritüellerin icra edilmesi” ve sevdiğimiz nesnelerin hayatımızda yer alması gerektiğini söylüyorsunuz.
Evet. Bahse konu ettiğimiz bu iki şey; ritüeller ve nesneler, insana huzur sağlayan destek yapılarıdır. Fakat günümüzde, “bilgi” bunu genellikle gizliyor. Mesela, “akıllı telefon”ları ele alalım. Bilgi üretir, “sürpriz” uyarılarıyla bize gönül rahatlığının tam tersini dayatır. Bir haber kasırgasıyla bizi kendi içine çeker… Ritüellere gelince, bunlar insanın hayatına istikrar katar. Salgın, ritüelin geçici yapısını yok etti.
Nasıl yâni?
Pandemi döneminde, uzaktan çalışmaya başladı ya insanlar… İşyeri yok. Zaman (1) yapısını kaybettiğinde depresyon devreye girer.
Bir yerde, dijital dünyada iş-emek odaklı hayat tarzı yerine, oyun odaklı bir geleceğin bizi beklediğini söylüyorsunuz. Peki bu iş hayatının istikrarını bozacak bir şey değil midir? Oyun oynayarak para kazanmayanlar çağdışı mı olacak? “Homo ludens” (oyuncu insan) (2) kavramından da bahsediyorsunuz.
Dijitalleşme bir yerde kitlesel işsizliğe yol açacak ve gelecekte çok ciddi sorunlar vuku bulacak. İnsanlığın geleceği, temel geliri, “ideal hayatı” bilgisayar oyunlarından mı temin edilecek? Bu cesaret kırıcı bir bakış açısı. Romalı şair Juvenal, siyasî eylemin mümkün olmadığı bir Roma toplumundan dem vurur. Toplum sadece oyunla meşgul olduğunda “tam egemenlik” gelir. Son Kore dizisi “Squid Game” (3) bu yöne işaret ediyor.
Biraz açar mısınız?
Dizideki karakterler borç içindedir ve onlara büyük kazançlar vaat eden bu ölümcül oyunu oynamayı kabul ederler… Oradaki “Kalamar” oyunu kapitalizmi simgeler. Walter Benjamin, kapitalizmin fedakârlık etmeyen ama bizi borca sokan bir kültün ilk örneğini temsil ettiğini söyledi. Şimdi bu ifâdeyi hatırımızda tutarak o sahneyi tekrar canlandıralım. Dijitalleşmenin ilk günlerinde, insanlar işin yerini oyunun alacağını hayal ettiler. Esasında, dijital kapitalizm, insanın oyun dürtüsünü acımasızca sömürmektedir. Kullanıcılarda bağımlılığı artırmak adına kasıtlı olarak eğlenceli öğeler içeren sosyal medyayı düşünün…
Akıllı telefonlar da bizi bir şekilde hapsetmiyor mu?
Akıllı telefon dediğimiz şey bugün “dijital günah çıkarma yeridir.” Akıllı telefon, dijital egemenliğin kült nesnesidir. Bir boyun eğdirme vasıtası olarak tesbihin boncukları gibidir. Mesela telefondan “bir şeyi beğenmek” dijital mânâda “Amin!” demektir. İtiraf etmektir bu, bazen de seçeneklere göre soyunuyoruz! Ama burada af dilemek yoktur, sadece dikkat çekiyoruz! Dijital şeyler, bizi sürekli izleyen ve kontrol eden verimli bilgi kaynakları olduklarını kanıtlıyor. Sensörlü yataklar bile bizi uyku sırasında gözetliyor.
Yâni, insanın icadı insanı ele mi geçirdi?
Yalnızca baskıcı bir rejim direnişi kışkırtır. Aksine özgürlüğü baskı altına almayan, onu sömüren neoliberal rejim ise herhangi bir direnişle karşılaşmıyor. Baskıcı değil, baştan çıkarıcıdır. “Egemenlik”, kendini özgürlük olarak sunduğu anda tamamlanmış olur.
Hududu aşmış korku ve eşitsizliğe rağmen, Batı ülkelerindeki gündelik hayat niçin bu kadar güzelmiş gibi gözüküyor? Distopya gibi…
George Orwell'in 1984 adlı romanı son zamanlarda dünya çapında en çok satanlar arasına girdi. İnsanlar dijital dünyada bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyor. Ama toplumumuz daha çok Aldous Huxley'in Cesur Yeni Dünyası'na benziyor. 1984 yılında insanlar zarar tehdidi ile kontrol edilir. Cesur Yeni Dünya'da, zevki yöneterek kontrol edilirler. “Devlet” herkesi mutlu etmek için “soma” adı verilen bir ilaç dağıtıyor. Yakın geleceğimiz budur.
Yapay zekânın da çok ilkel bir şey olduğunu söylüyorsunuz.
Kesinlikle, yapay zekâ ilkel bir korelasyondur. Seçenekleri kısıtlıdır. “A olur”, “B olur” seçenekler kısıtlıdır. Yapay zekâ tüyleri diken diken etmez. İnsanî hasletler yok.
Son söz olarak ne söylemek istersiniz?
Susturulmak için bilgiye ihtiyacımız var. Bugün dünyayı bilgi yoluyla algılıyoruz. Böyle gidersek, varolma deneyimini kaybederiz. Dünyadan giderek kopuyoruz. Dünyayı kaybediyoruz. Dünya bilgiden daha fazlasıdır ve ekran dünyanın zayıf bir temsilidir. Kendi etrafımızda bir daire içinde dönüyoruz. Akıllı telefon, dünyanın bu zayıf algısına kesin olarak katkıda bulunuyor. Depresyonun temel bir belirtisi de dünyanın yokluğudur.
Herkes farklı olmak istiyor; ama herkes aynı şeyleri yapıyor. Tek tip, statik insanlar türedi.
Bugün herkes özgün, yani diğerlerinden farklı olmak istiyor. Kendimizi sürekli başkalarıyla karşılaştırıyoruz. Hepimizi aynı yapan tam da bu karşılaştırmadır. Başka bir deyişle; otantik olma zorunluluğu aynılık cehennemine götürür.
Teşekkür ederiz.
Hoşça kalın.
Dipnotlar
1- Faydalı olması bakımından: Salih Mirzabeyoğlu’nun Kültür Davamız isimli eserinde “zaman” bahsine dair şu ifâdeler yer alır:
"Geleceği hayâl ediyoruz geçmiş ise yok; 'tek an' olarak hâlde yaşıyoruz. Hâl, her yeni tecellide var olan' ve 'olunacak olan-gelecek'e nisbetle olmamaya meyleden bir hakikattir; zaman, vakı'aları doğuran vakı'a olarak bu. Değişmez olan 'hâl' ve değişme 'hâl' içinde; varlık ve oluş, süreklilik içinde süreksizlik ve süreksizlik içinde sürekliliği gösteren bu iki zıt deveranda... 'Bedahet-apaçık bilgi' hâlinde biliyoruz ki, geçmiş artık yoktur ve gelecek daha gerçekleşmemiştir. Devam vehmine kapıldığımız 'hâl' ise, gerçekten devamlı olsaydı ve her ân gerçekleşip her ân geçmişe karışmasaydı, ezelilik olurdu ki, zamandan bahsedilemezdi.”
2- Hollandalı filozof Johan Huizinga, “homo sapiens” (bilge insan) ve “homo faber”in (alet yapan insan) karşısına “homo ludens”i (oyun oynayan/oyuncu insan) çıkarır çünkü ona göre “oyun” bir kültür yapıcıdır.
3-Han, Squid Game dizisinde insanların para pahasına yarıştığı “ölüm oyunları”ndan bahsediyor. Diziyi seyretmeyenler için tek cümlede özetlersek: Borç batağındaki 456 kişi, canlarını hiçe sayarak birbiriyle yarışıyor, bölümlere ayrılan oyunda ölen ölür, son kalan kazanır.
Röportaj: Oğuz Can Şahin
Kasım 2022