Sen ey şehid, ey kanıyla yüzbinlere mesaj veren mücahid Yahya Sinvar. Sözü ve eylemi bir olan liderdin. Varlığınla da ölümünle de davaya katkı sağlayan bir neferdin. Seni anlatmak kolay değil, senin hakkında yazı kaleme almak rahat değil. Seni doğuran ana ne mübarek bir ana, seni yetiştiren dava ne kutsal bir davadır. Selam olsun sana, selam olsun davana, selam olsun arkadaşlarına. Sen dünyanın en kahraman, en cesur, en yiğit insanıydın. Ömrün boyunca davayı dert edindin, Müslümanlara fayda verdin. Derdin Allah’ın rızasına ulaşmak üzere Filistin davasıydı, bu dert üzere mücadele saflarında bir an geri durmadın. Allah seni bir mücadele adamı olarak yaratmıştı. 1962 yılında hayata gözlerini açtığında bir mülteci kampındaydın. Dünyanın en aşağılık insanları işgalci Siyonistlerin zulüm ve katliamlarına daha çocukken şahitlik ettin. Zor günler yaşadın, sıkıntılı süreçler geçirdin. Gözlerini mülteci kamplarında açan diğer Filistinliler gibi bir idealin vardı. İşgal edilmiş toprakları gerçek özgürlüğüne kavuşturmak istiyordun. İslam’ın ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’yı Siyonistlerin murdar postallarından temizlemek istiyordun. Henüz çocukken bile bu ideallerin vardı, bu idealleri bir hedef olarak belirlemiştin. Hedefe ulaşmanın zor olacağını kestirebiliyordun. Ancak Allah’a olan imanın seni umutsuzluğa bir an bile sevk etmiyordu. İşgalcilerin er ya da geç Filistin topraklarından çıkarılacaklarına inanıyordun.
Allah sana kıvrak bir zekâ nasip etmişti. Siyonist düşmanı yenebilmek için bu kıvrak zekânı kullanıyordun. Arkadaşlarınla geleceğe dair planlar kuruyordun. Planların dünyevi değildi; Filistin davasının geleceğiyle ilgiliydi, yıllardır zulme ve baskıya maruz kalan mazlum halkının rahat bir nefes alabilmesiyle ilgiliydi. Dünyanın imtihan olduğunu, bir Müslümanın ise bu imtihan yurdunda Allah’ın aziz davası için mücadele etmesi gerektiğini savunuyordun. Çevrene bunu sürekli söylüyordun. Senin en büyük özelliğin söylem ve eyleminin bir oluşuydu. Yapmacık değildin, doğal ve samimiydin. Gözünün gördüğü bir şeyden korkmazdın. Bu özelliğinde adeta Çağın Hamza’sı olmuştun. İşgalcilerin sana karşı işkenceleri, baskı ve zulümleri seni davana sahiplenmekten, davan için gece gündüz çalışmaktan geri bırakmadı. Zorluğu sen zaten doğarken yaşamaya başlamıştın. Allah seni adeta zorluk içinde yetiştiriyordu. Çocukluğunda mülteci kampının zorluğu seni olgun bir genç yapmıştı. Gençliğin enerjisiyle artık Filistin davasına ilgi duyan ve bu dava için adımlar atması, değişim ve dönüşümlere sebebiyet verecek girişimlerde bulunması gereken biri durumuna gelmiştin.
Filistinli çocuklukların akranları gibi rahatça yaşayabilecekleri ortamlara erişmeleri için umudun vardı. Zulmün biteceğine, işgalin sona ereceğine, Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın özgürleşeceğine dair umutların vardı. Umutların artık on binlerin, yüz binlerin umudu olmuştu. Umut olmuştun Filistinliler için gelecek adına. Gelecek tahayyülünde işgal yoktu, zulüm yoktu, katliam ve soykırım yoktu. Umudunun gerçekleşmesi için sen ve arkadaşların mübarek bir yola koyuldunuz. Yaptığınız işler sadece Filistinliler için değil aslında mutlak bir kötülük olan Siyonizm tehlikesine karşı bütün bir insanlık içindi. Çıktığınız yol, zorlu ve zahmetli bir yoldu. Bu yolda bedel ödemek vardı, bu yolda zindan, şehadet ve muhaceret vardı. Bu yolun dikenli, badirelerle dolu bir yol olduğunu biliyordunuz. Bu yolda nice sıkıntılarla karşılaşacağınızı, sabrın baldıran zehri içmek kadar zor olacağını tahmin ediyordunuz ancak başka çare ve yol yok gibiydi. Bu yola geçmişte nice dava eri başvurmuştu, bu yola nice mümin koyulmuştu. Bismillah dediniz, Allah’tan yardım dilediniz ve Filistin ve halkının geleceği için yola revan oldunuz.
(Devam edecek)