Resim; şekiller ve renklerin kaynaşmasıyla, ahenkli bir usûlle, "mânâları sûretlendirme" sanatı. Natürmort, peyzaj, soyut, portre ve saire şubelere ayrılıyor...
19. yüzyılda Batılı sanatçılar farklı bir arayış içerisine girip mücerrede yöneldiler. Arap harfleri, minyatürler ve Doğu kültürünün istiflenmiş eserlerini anlamaya çalıştılar.
Pablo Picasso da bunlardan birisi. Meşhur ressam zaten gençliğinde Cezayir'de Ebülgaffar Medani isimli bir hattattan ders almış, Anadolu kilimi ve halı desenleri hakkında epey bilgi sahibiydi. Ayrıca, Picasso'nun Fatih Sultan Mehmet devrinde yaşayan "Kara Kalem" lakablı bir köylü ressama hayranlığı da vardı.
Bir Türk ressam, Paris'teki resim sergisinde (1948) Pablo Picasso ile karşılaştı, kendisini meşhur sanatçıya tanıttı. Bizim ressamın, Picasso’nun "Burada ne işin var? Senin memleketinde işine yarayacak ne çok şey var, biliyor musun?.." sualine verdiği cevap, tanışmaktan çok daha önemliydi: "Biliyorum, buraya anahtarları almaya geldim!"
1954'te ise Güzel Sanatlar Akademisi'nde "modern" Türk sergisini gezen bir münekkid şöyle söylemiş: "Türk ressamları, Fransız ekolünün etkisi altındadır. Onlarda Matisse'in, Picasso'nun, Gromaire'nin, Loger'in etkilerini gördüm; meselâ şu resme bakın... Hayret! Matisse, Türk motiflerini bir Türk ressamınkinden daha iyi kullanmış!"
Çizgi ve renklerle eserini cesurca temaşaya erdiren Henri Matisse, her bir rengi kullanmasına mukabil figürlerini karmaşadan uzak tutabilmiştir. Matisse ile Picasso küçük yaşlardan itibaren arkadaşlardı. Her ikisi de Paul Cezanne'dan etkilenmiştir. Cezanne, hem Matisse’in Yaşama Sevinci resmine hem de Picasso’nun Avignonlu Kızlar resmine esin kaynağı olmuştur. Picasso, Cezanne'ı resmin babası, Matisse'i ise "tanrı"sı olarak kabul etmiştir. Matisse'in Yaşama Sevinci eseri müstehcendir fakat dikkat çekmek istediğim husus, mekân tasarımında Doğu resminin hususiyetleri görülürken, sağ tarafta kaval çalan figür ise Yunan mitolojisindeki çoban tanrısı Pan'dır. Doğu ile Batı’yı meczeden resmin Batı resim perspektifininin kurallarına uymadığı ifade edilmektedir. 1906 tarihli resim, kendi zamanının en "radikali" olarak kabul edilmiştir.. Matisse aynı tarihte Rus koleksiyoner Sergey Shchukin'in daveti üzerine Moskova'ya, akabinde Fas'a seyahat etmiştir. “Fas seyahati bana resim bahsinde gerekli geçişi yapmam için yardımcı oldu. Fovizm akımının canlı ama sınırlı teorisini uygulasaydım, tabiatla bugün olduğundan daha hızlı kontak kuramazdım.” Matisse’in kullandığı bu ifadelerin isbatı 1908 sonrası eserlerinden de anlaşılır. Zorah (1912) eserinde, Faslı modelin solunda bir çift Türk terliği vardır, kadın türbanlı ve Doğu an'anesine ait kıyafetlerle büktüğü dizlerinin üzerine oturmuş, eserin merkezi olarak ortada öylece parıldıyor.
Birkaç misal ile Picasso ile Matisse'in Doğu'nun esintisinden istifade ettiğini belirtmiş olduk.
Şimdi de Feyyum portrelerinden bahsetmek istiyorum. John Berger'in dediğine göre "Büyük İskender'in fethi zamanında yapılmış" bu portreler... Tahtanın üzerine, ıhlamur ağacına ve kumaşa yağlı boya ile yapılmış resimler… Siyah ve kırmızı rengi yoğun kullanmış zamanın “ressam”ları, bazısı da boyaları balmumuyla karıştırmış. Yunan-Mısırlı melezlerin yaptığı resimler Feyyum eyaletinde bulunduğu için ismi de oradan geliyor. Kahire'nin doğusunda kalıyor Feyyum... Bir simsar, Batlamyus ve Kleopatra'nın portrelerini bulduğunu iddia etmiş buralarda; Berger'den öğreniyoruz ki, bunlar orta sınır erbabın yaptığı portrelermiş… Öğretmen, asker, tüccar ve çiçekçilerin yâni... Meğer bunlar "mezar taşı" gibi bir mânâ taşıyormuş. Portre sahibi ölünce, mumyasına iliştirilmek için yapılmış portrelermiş... Bazısının da şahıs öldükten hemen sonra yapıldığı söyleniyor. Hâlâ hatıraları tazeyken… Resmin bir başka işlevi de, şahıs öldükten sonra "öbür tarafa" yaptığı yolculukta kolaylık sağlaması… Bu bâtıl inanca göre bir tür “kimlik” görevi var portrelerin… Pasaport da diyebiliriz.
Ölü bedenin mumyalanması haftalar sürermiş, ceset nekropolise (mezarlık) götürülmeden evvel kendi evinde "aile ferdi" olarak yaşamaya devam ediyormuş. Mısırlılara has bir ritüel... Portreler acayip şeyler tedai ettiriyor; şahıs sanki gerçekten de birkaç gün sonra ölecek, hayattan kopup gitmeden önce kaderine amansız bir teslimiyet içerisinde öylece duruyor profilden. Aslında bu suratlardaki ifade ölümden sonra hayatın süreceğinin ferahlığını mı yansıtıyor? Yoksa meçhulün korkusu hissediliyor diye mi bu kadar ürkütücü? Koca, gösterişli mücevherler Roma'dan, kalın kaş ve badem gözler Mısır'dan... "Poz veren" kişi, bu takılar ve şaşaalı kıyafetlerle dönemin sükse yapan melez görünüşüne mutabık. Resmi yapanı düşünelim... Yapan kişi her kimse, sadece bir ressam değil aynı zamanda bir tür cenaze işlerinden sorumlu şahitlik yapan insan. Çizen ile çizdiren arasında mahrem bir durum söz konusu. Aradan ne kadar süre geçse de Batı da, Doğu da şeyleri kendince mânâlandırmaya çalışmıştır, bu böyle de gidecektir. Mühim olan bizim kendi zamanımızda neyi, nasıl biçimlendirip takdim ettiğimizdir… Feyyum portrelerine gelince, bu resimler yarınını düşünmekten aciz günümüz insanından çok daha canlı, görebiliyor musunuz?
Baran Dergisi 727.Sayı