Invictus: İnsanlık Komedyası’na giden engebeli yollar
Fransız muharrir Honore de Balzac, döneminin çizdiği sınırları aşmak gayretinde olduğu için günde 20 saate varıncaya kadar çalıştı. Hem şöhret hem de iktisâdî bakımdan özgür olmak arzusuyla kürek mahkûmları gibi çalışan Balzac, günde 40-50 sayfaya varıncaya kadar kalem oynattı. Cromwell isimli tragedya ve Köylü İsyanı romanını yazdıktan sukutu hayale uğrasa da çılgınlar gibi didinip durdu. Adını zikrettiğimiz iki eserden önce de müstear isimleriyle (Lord R’hoone ya da Horace de Saint Aubin) eser başına 800 ila 2 bin frank alan Balzac’ın aile efradının arasındaki konumu üvey evlattan halliceydi. Öyle ki, Balzac ilk doğduğunda annesi onu yeni bir askerin karısına süt annelik yapsın diye verdi. Hristiyan geleneğin ön plânda tutulduğu, disiplinli bir kolejde (Vendome) yatılı olarak eğitimine devam etti, kolejden mezun olamadı. Akabinde hukuk öğrenimine devam ettiyse de sürekli sekteye uğradı. “Napolyon’un kılıç ile yapamadığını kalem ile yapma” hevesindeki ateşli genç, Allah vergisi bir meziyete sahip olduğunu ikrar edip durdu. Henüz gerçek kimliğiyle gün yüzüne çıkmayan Balzac, kendisinin büyük bir adam olacağına inanmayan aile evinde insanları dehşete düşürecek kadar mesai harcardı. Anne Balzac oğlunun pürmelal hâline bakıp şunları söylemişti: “Honore, kendisi ve yetenekleri konusunda öyle kibirli ki, herkesin kalbini kırıyor. Deli gibi çalışıyor. Üç ay daha böyle çalışmaya devam ederse, hastalanıp başıma bela olacak.”
“Olmak” gâyesine “bir buse için canını fedâ eden Tanrı’nın çılgın aşığı” kadar tutkuyla bağlı olan Balzac ise aklından şunları geçirdi: “Ah, biri çıkıp bu çorak yaşamıma sihirli değneğiyle bir dokunsa keşke! Yaşamın güzelliklerinden hiçbirinin tadına varamadım henüz… Bu açlık öldürecek beni, hiçbir şey arzularımı tatmin etmiyor. Ne çıkar? Sadece iki tutkum var; aşk ve şöhret. Şimdiye kadar ikisi de gerçekleşmedi.”
Yine de Stefan Zweig’ın tespitiyle “20’li yaşlarının başından, 30’una kadar hiçbir siparişi reddetmedi, hizmetçi kızlar için aşk mektupları, şikâyetler, kayıp ilânları, ihbarlar yazan arzuhalciler gibi” önüne gelen hemen her işi yapmaya çalıştı.
“İstediğince zorlu olsun koşullar,
Ne ağlar sızlar, ne de kaçarım;
En ağır silleleri vursa da kader,
Ezilir belki ama eğilmez başım.”1
Arzuladığı gibi bir eser sunamayan Balzac, gazeteciliğe yöneldi. Silhouette, Mode gibi gazetelere ücreti mukabilinde yazı neşretti. Peşinden Le Feuilleton des Journaux Politiques isimli mecmuayı kurdu. Her geçen gün, kalemiyle dize getirmeye çalıştığı dünya hayalinden uzaklaştı. Bu süreçte 50 bin franklık borcu olduğu ifâde ediliyor... 1931’de ise La Caricature dergisinde Alfred Coudreux takma adıyla ilk defa “Tılsımlı Deri”(La Peau de chagrin, 1930) isimli harikulade eserinden şu sözlerle bahsediyor: “Hayatı temsil eden bir derinin icadı. Doğu hikayesi.” Dilimize de tercüme edilen bu eserin orijinal ilk baskısı Fransızca iki cilt hâlindeydi, piyasaya sürülür sürülmez ikinci baskıyı gördü. Editör Charles Gosselin ve yayımcı Urbain Canel eserden memnun kaldı. Balzac eseri teslim etmeden önce bin 125 frank ve ikinci baskı sonrasında ise 4 bin frank kazandı. Eserin mevzuundan kısaca söz edecek olursak; romanın baş kahramanı Valentin, müphem bir ihtiyar ile karşılaşır ve “Tanrı’ya olduğu kadar insanlara da güvenmeli” diyen esrarengiz adamın sözüne itimat eder. Antik eserlerle kaplı esrarlı odada bir deriye rastlanır. Dokusu Doğu kültürüne özgü derinin üzerinde şunlar yazar:
“Bana sahip olursan, her şeye sahip olacaksın.
Ama hayatın bana ait olacak.
Tanrı böyle istedi.
Ne istersen iste, dileklerin yerine getirilecektir.
Ama dilekte bulunurken bunu yaşamını hesaba katarak yap.
İşte orada. Her istediğinde tıpkı azalacak günlerin gibi ben de kısalacağım.
Beni almak istiyor musun? Al.
Tanrı dileğini kabul edecektir. Amin.”
Balzac “Tılsımlı Deri”nin gurur duyulacak, kalburüstü bir roman olduğunu bilse de kısıtlı zaman, borç ve baskı üçgeni arasında kıvrandı. Canını dişine takıp ırgatlık eden azimli yazar Tılsımlı Deri ile “Yarat ey sanatçı!” diye sedâ eden benliğini daha da susattı. Tılsımlı Deri’den bir sene sonra “Bilinmeyen Şaheser”i (Le Chef-d'œuvre inconnu, 1831) icat etti. “Saplantılı” bir hâl ile eserini icra edip, kimseye göstermeyen bir ressamın tuvali etrafında sanatçıların tenkid edildiği ve “güzellik gizli olandadır” ölçüsünü hatırımıza getiren, hayret ettiğimiz sürükleyici bir kısa hikâye bu. Bilinmeyen Şaheser’de de baş karakter “mükemmel”i ararken bambaşka şeylere muhatap olacaktır...
Balzac’ın diğer eserlerinden bahsedeceğimize dair buraya not düşüp, yazarın çalışma tarzına dair bir şeyler söylemek istiyoruz. Cromwell, Köylü İsyanı, Altın Gözlü Kız, Otuzundaki Kadın ve de Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti isimli eserlerden daha önceki yazılarımızda söz etmeye çalıştık.
Balzac’ın çalışma tarzı, aynı metni birkaç kere kaleme almaktan geçerdi. Meselâ, birinci metin hep kabataslak, ikincisi taslağın üzerinden karışık tashihler daha sonra ise kısa yahut uzun ilavelerle eserinden memnun oluncaya kadar yazmaya devam ederdi; bununla da kalmaz, bölümlerin yerlerini değiştirir, bir bölümün yerine başka bir pasaj koyardı; bittabi bazı kısımları da komple çıkarırdı.
1835’te, eli kalem tutan bir delikanlı olan Emile Chevalet’i büyük romancıya yardımcı olsun diye tavsiye ettiklerinde, düşüncelerini aşağıdaki mektuptaki şekilde ifâde etmişti:
“Bana tavsiye ettiğiniz delikanlının yazdıklarını okudum. İçinde ne bir cümle, ne de bir fikir bulabildim. Birkaç sahife beyaz kâğıt karalamak cesaretinden başka hiçbir meziyeti yok! Yazı yazmak sanatı, bulaşıcı bir hastalık gibi şundan buna geçmez; yavaş yavaş öğrenilir. Ben ona, ne tanrı vergisi olan bir şeyi öğretebilirim, ne de onu aldatmak mesuliyetini üzerime alabilirim. Yiyecek ekmeği yoksa, emin olun kalemi sayesinde ancak on yıl sonra ekmek bulup yiyebilir. Hakikat bundan ibaret! eğer ısrar etmek istiyorsa, o vakit, bir taraftan tahsiline devam etsin, bir taraftan da para kazanmak için başka bir iş bulsun. Üstelik hiç tarih bilmiyor, dünyadan haberi yok; kendi dilini doğru dürüst konuşamıyor, insan tutkuları hakkında hiçbir bilgisi yok! dramatik entrikalar hakkında hiçbir şey bilmeyen bir insan ne yazabilir, nasıl yazabilir? bu delikanlı tam mânasiyle devrimizi temsil ediyor. Elinden bir iş gelmeyen adam ne yapar? Kaleme sarılır, yazı yazar, sanatkâr olur değil mi? alelâde bir iş tutamayan insanoğlu, en yüksek mesleklere doğru uzanır. Onun yaşındayken ben de öyleydim; ama ben, hiç olmazsa bir şeyler biliyordum. Eserini, o yaştayken yazdığım eserlere benzettiğim delikanlıyı büsbütün itham etmek de elimden gelmez ama benim yaşadığım o on yıllık hayatı tecrübe edecek babayiğit nerede! Beni koruyanlar vardı, acaba onu da koruyanlar olacak mı? Bir yandan başını okşarken, bir yandan da yeryüzünü örten perdeyi kaldırıp görüş sahasını genişletmeğe çalışan kadınlarla karşılaşacak mı?2 Salondan salona koşmak için vakit bulabilecek mi? Müşahede kabiliyeti var mı? On beş yıl geçtikten sonra gelişecek olan düşünceleri görebilecek mi? Muharrirlerin neyin nesi olduklarını kimse bilmez! Kendilerinin, saadet, istidat, kudret, inat, sıhhat, ikinci görüş vesaire şeylerden mürekkep birer varlık olduklarını bilse bilse yine muharrirler bilirler.” Balzac, mevzu genci reddedip yukarıdaki nasihatleri verdikten sonra yardımcısı olarak Charles Lemesle adında bir genci seçiyor. Keskin bir görüşe sahip olan Lemesle gramer, mantık ve dizgi işlerine de âşinadır.
İşte demeti 95 küsuru bulan İnsanlık Komedyası’nı (La Comédie humaine) yazan Invictus’un3 ilk dönemlerinden akseden portre!
Dipnot:
1- William Ernest Henley’nin “Boyun Eğmez” (Invictus) isimli şiirinin ikinci kıtası.
2- Balzac’ın “Koruyucum” diye atıfta bulunduğu hanımefendinin adı Madam Hanska’dır. Eweline Hanska, Balzac bir tavan arasında borç içinde yüzerken de muharririn yanındaydı, şaşaalı günlerinde de öyle. Polonyalı soylu kadının Balzac’ın üzerinde kuvvetli bir tesiri vardı. 1850’de evlendiler.
3- “Invictus” ile alâkalı bilgi birinci dipnotta verilmiştir.
Aylık Baran Dergisi 28. Sayı, Haziran 2024