Yazar Aydın Ünal: Hangimiz Erdoğan kadar gövdemizi İsrail’in ve Batı’nın önüne koyduk?

0
Yazar Aydın Ünal: Hangimiz Erdoğan kadar gövdemizi İsrail’in ve Batı’nın önüne koyduk?
"Hangimiz Erdoğan kadar gövdemizi İsrail’in ve Batı’nın önüne koyduk? Hangimiz onun kadar cesur olduk? Hangimiz ailemizden, hatta kendi serimizden vazgeçerek durmaksızın, duraklamaksızın böyle bir mücadele verdik?"

Yeni Şafak gazetesi yazarı Aydın Ünal bugünkü Filistin ve Erdoğan başlıklı yazısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, terör örgütü İsrail'e karşı verdiği mücadeleyi yazdı:

"Gazze’deki durum katlanılamaz bir noktaya ulaştı. Bıçak kemiğe dayandı, hatta kemiği parçaladı. İnsanlık tarihinin en acımasız toplu kıyımı, soykırımı gözlerimizin önünde gerçekleşiyor. Ve yapacak, yapabilecek hiçbir şeyimiz yok. Gösteriler, protestolar, boykot çabaları, kınamalar, ambargo tehditleri İsrail’i durdurmuyor. Her geçen gün şiddetin dozu artıyor. Sokak köpeklerinin bile bir deri-bir kemik kalmış videoları düşüyor önümüze; sokak köpeklerinin aç kaldığı bir ortamda insanlar, çocuklar, bebekler ne haldedir varın siz hesap edin. 21’inci Yüzyıl’da, sınırsız lüks ve şatafat dolu bir coğrafyada, 2,5 milyon insan açlıktan gözlerimizin önünde ölüyor.

Hiç şüphesiz Allah’tan ümidimizi bir an olsun kesmeyeceğiz. Ama öfkemiz de burnumuzda. Dişlerimizi, yumruklarımızı sıkıyor, öyle anlar geliyor ki kafamızı öfke patlamalarıyla duvarlara vuruyoruz. Sonra dönüyor, o öfkeyle, sayıları 2 milyarı bulan İslam alemini sorguluyoruz. İyi de, kim ne yapabilir? Bangladeş’teki, Hindistan’daki, Endonezya, Malezya, Irak, Mısır, Sudan’daki ve daha nicesindeki Müslüman’ın benden, bizden ne farkı var? Hepsi aynı durumda. Hepsi çaresiz. Hepsi elinden bir şey gelmemenin öfkesiyle kavruluyor.

İşte o zaman öfkemiz, tepkimiz yine haklı olarak devletlere yöneliyor. Neden hiçbiri bir şey yapmıyor? Cılız kınamaların ötesine neden geçilemiyor? Neden toplanıp toplanıp dağılıyorlar? Neden ortak bir eylem ortaya koyamıyorlar? Mesela neden petrol vanalarını kapatmıyorlar? Neden ortak bir ordu kurma hayalini bile dile getirmiyorlar? Hatta neden daha sert, daha etkili açıklamalar yapmıyorlar?

Yapamazlar. Yapamayacaklar. Bunu bir bahane olarak değil bir “realite” olarak görmek zorundayız. Yazdım, yine yazıyorum: Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı bakiyesi coğrafyayı çok ince hesaplarla kurguladılar. Bin yıldır uğruna savaştıkları Kudüs’ü nihayet ele geçirdiler ve kaybetmek istemezler. Petrolün kendi ülkelerine akışının kesilmesini, ticaret yollarının tekrar kapanmasını, Müslümanların bir halifenin sancağı altında toplanıp Endülüs’e, Viyana’ya kadar tekrar gelmesini istemezler. Tasarımlarının bozulmaması için İsrail’i oraya jandarma olarak koydular; hem kendi içlerindeki Yahudilerden de böylece kurtuldular. Tıkır tıkır işleyen bu planın dağılmasına göz yummazlar. İşte onun için, bu coğrafyada, İsrail ve Batı aleyhine bırakınız bir eylem ortaya koymayı, bırakınız bir karar almayı, bir niyet beyan etmek, hatta niyeti hissettirmek bile felaketle sonuçlanıyor. Öfkemizin hedefi olan bütün o devletlerin yöneticileri bir işaretle oturdukları koltuktan düşeceklerini biliyor, o korkuyla, o tedirginlikle, ürkeklikle yaşıyorlar.

Peki ya Türkiye? Ya Erdoğan? Gazze için bir şey yapılamaz mı? Bir adım daha ileri gidilemez mi?

Öfkeyi, çaresizliği, çaresizlikle dile getirilen tepkiyi, “yeter artık!” duygusunu çok iyi anlıyoruz ama gerçekle yüzleşelim: Bu kadar, hepsi bu, yapılabilecek olan sadece bu. İnşallah görmediklerimiz, biz görmeden yapılanlar da vardır ama tamamı bu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, Filistin konusunda duyarsızlıkla, tepkisizlikle, yapılabilecek bir şey varken yapmamakla itham etmek, vefasızlık olur, nankörlük olur, hakkaniyeti incitir.

Erdoğan “lâ yüs’el” değil, sorgulanamaz, eleştirilemez değil ama Filistin konusunda Erdoğan’a yüklenmek, vücudu ok ve kılıç darbeleriyle delik deşik olmuş bir gaziyi “hiçbir şey yapmamakla” suçlamak kadar haksızlık ve hadsizlik olur.

Türkiye, Batı’nın bu coğrafyada yaptığı kurgunun merkez hedefinde bir ülke. Osmanlı’nın devamı olarak, bir devlet geleneğine, tecrübeye, dinamik bir topluma sahip olarak, Türkiye sürekli mercek altında bir ülke. 100 yıldır başımıza gelenler, darbeler, toplumsal hadiseler, terör, içerdeki kavgalar, kutuplaşmalar, ekonomik krizler, baskılar, yasaklar, hepsi Batı’nın o kurgusunu, İsrail’in varlığını korumak adına sahnelendi. Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi, 27 Mayıs darbesi, 12 Eylül, 28 Şubat hep İsrail’in çevre güvenliğini sağlamak, Batı’nın kurgusunu tahkim etmek için icra edildi.

Davos’taki “one minute” çıkışından sonra Erdoğan’ın başına gelenlere hepimiz bizzat şahit olduk: İçimizdeki İsrail ve ABD ajanı FETÖ, Erdoğan’ın Mossad’ın etkisinden çıkarmak için atadığı MİT’in Başkanını tutuklamak istedi. Sonra Gezi olaylarıyla sokağı karıştırmak istediler. 17-25 Aralık’ta yargı darbesiyle Erdoğan’ın oğlunu almak istediler, 15 Temmuz’da kanlı bir darbe girişiminde bulundular.

Erdoğan hepsinden aklıyla, dirayetiyle, cesaretiyle, yaralanmış ama sağ çıktı. Durmadılar, durmayacaklar. Altılı Masa da, İBB üzerinden elde edilen milyarlarca Lira yolsuzluk parasıyla siyaseti kurgulama girişimleri de aynı saldırıların devamıydı. Dahası da gelecektir.

Hangimiz Erdoğan kadar gövdemizi İsrail’in ve Batı’nın önüne koyduk? Hangimiz onun kadar cesur olduk? Hangimiz ailemizden, hatta kendi serimizden vazgeçerek durmaksızın, duraklamaksızın böyle bir mücadele verdik?

Türkiye de Erdoğan da başladıkları bu mücadeleyi sürdürüyorlar. Mücadeleyi akıl, temkin ve sabır üzerinden ilerletiyorlar.

Evet Gazze konusunda bizim sabrımız kalmadı, akıl ve temkine sığınacak mecalimiz yok ama işte devlet adamını bizden ayıran bu. Biz “ne olacaksa olsun artık” sabırsızlığıyla kıvranırken, devlet adamı en ön cephede savaşıyor ama soğukkanlılığını da koruyor. O sayede Türkiye İsrail karşısında bir güç, Batı’nın kurgusunu esneten bir diplomasiyle yükseliyor.

Bir rüzgâr eseceğine, bir uyanış, bir diriliş olacağına, Allah’ın yardımının O’nun takdir ettiği anda üzerimize ineceğine, kurgunun, denklemin, bütün planların darmadağın olacağına, büyük bir devrimin yaşanacağına gönülden inanıyoruz. O büyük günü sabırla ve duayla beklerken, öfkemizi de gözyaşımız gibi içimize akıtmaktan başka çaremiz yok."


 

Yorum Yazın