Yeni Şafak gazetesi yazarı Yasin Aktay bugünkü "Aksa Tufanı, İki yıl sonra: Hamas’ın siyasi manevra kabiliyeti ve kazanımları" başlıklı yazısında, 2. yılını dolduran Aksa Tufanı'nı ve Hamas'ın Trump'a verdiği cevabı değerlendirdi.
"Bugün 6 Ekim, Aksa Tufanı’nın başladığı günden itibarin bugün itibariyle tam iki yıl geçmiş oldu. Dünyanın en büyük, en teknolojik ve en donanımlı ordusu, istihbaratı ve gaddarlık seviyesine sahip İsrail’in karşısında en gelişmiş maddi silahı Yasin 105 olan Kasam Tugaylarına karşı bütün gücüyle yüklendiği halde diz çöktüremediği tam iki yıl. Diğer yandan bu barbar orduya karşı aslında en büyük silahının göğsündeki iman olduğunu bütün dünyaya gösteren Hamas mücahitlerinin destansı direnişiyle geçen tam iki yıl.
Aksa Tufanı elbette durduk yerde Hamas mücahitlerinin bugün de kimin kanını dökelim fantazisiyle harekete geçerek yaptıkları bir eylem değil. Aksine 75 yıllık bitmeyen ve her gün yeniden adım adım ilerleyen işgalci saldırganlığa karşı verilmiş bir cevaptı.. Belki daha önce de Filistin direnişi bu işgal politikalarına karşı günlük cevaplar veriyordu ama bu cevaplar günübirlik tepkisel ve etkisiz cevaplar oluyordu.
Aksa Tufanı’nın farkı bu direnişi ilk defa işgalci İsrail’in sahasına saldırarak yapmış olmasıydı. Kendisine bunu yapmanın bir intihar olduğunu ve adeta İsrail’in kaçınılmaz öfkesini hak etmiş olduğu söylendi. Bunu söyleyenlerin yıllardır İsrail işgal saldırılarını günü birlik lanetleyerek seyredenler olması, Filistin davasının, özündeki Siyonist işgalin haksızlığının insanlar tarafından, hatta Müslümanlar tarafından bile yeterince anlaşılmamış olduğunu gösteriyor aslında.
Adım adım işgallerin oluşturduğu rutin, barbarca ve küstahça işgal uygulamalarını bir süre sonra katlanılması, hatta gözardı edilmesi mümkün bir alışkanlık haline getiriyor. İnsanoğlu bu, neye alışmıyor ki? Her gün gözümüzün önünde masum insanların, çocukların barbarca katledilmesine bile insan alıştırılabiliyor. Bu alışkanlıkla bir hayat konforu bile oluşturulabiliyor. Bir süre sonra bu katliamların değil, bunlara karşı çıkanların huzuru bozduğu bir durum oluşabiliyor. Oysa o katliamlara sessiz kalmak giderek bütün insanların insanlığını yok eden, bütün dünyaya hakim olmuş, istediği anda hepimizin canına, ırzına, vatanına, namusuna kastedecek bir eşkiyalığın berdevam olmasını sağlıyor.
İsrail’in eşkiyalığına karşı çıkma cesareti gösteren Hamas mücahitlerini, kendi halklarını tehlikeye sokmakla kalmayıp neredeyse bütün dünyanın huzurunu bozmuş gibi davrananlar oluyor. Oysa Gazze adım adım her gün ölüyordu ve Kassam mücahitleri buna kayıtsız hale gelmiş bütün dünyanın gündemine bu sorunu soktular. Kendileri hayatları pahasına dünyanın maruz kaldığı büyük bir tehlike hakkında bütün dünyayı uyardılar, uyandırdılar.
Bugün bütün dünyada bir uyanış var. İnsanlar hem başlarındaki veya dünyalarındaki egemen düzenlerin kendilerini nasıl esir almış olduklarını, nasıl aşağıladıklarını görerek uyanıyor ve onlara karşı ayaklanıyor hem de böylece kendileri adına hayatiyet emarelerini ortaya koymaya başlıyor hem de Gazze’nin ve Filistin’in 75 yıldır maruz kaldığı zulmü fark ediyor onunla bir dayanışma sergiliyorlar.
İki yıllık bir mücadelenin sonunda bugün Gazze bütün dünyanın davası haline gelmiş bulunuyor. İsrail kurulduğu günden beri sahip olduğu imtiyazları kaybetmeye doğru gidiyor, kendi hakkında onca medya, kültür ve siyaset aygıtları nezdinde biriktirmiş oldukları bütün sempatiyi tüketmiş oldu. Kendisine onca yatırım yapmış olan ABD’nin bütün desteğine rağmen savaşta doğrudan verdiği kayıpların haddi hesabı yok. Ölen, yaralanan, kafayı yiyen, intihar eden ve istifa ederek İsrail’den kaçıp giden askerlerinin veya vatandaşlarının dışında iki yıldır Hamas’ı yenememiş olmanın herkeste hissettirdiği hezimet İsrail’in kayıplarını hesaplanamaz kılıyor.
Geçtiğimiz hafta boyunca Trump planı olarak gündemde olan gelişmeler İsrail’in savaş sahasında uğradığı bu kayıplarını adeta masada toparlayacak gibi görünüyordu. Netanyahu cephesinde büyük bir küstahlık ve zafer sarhoşluğu, Filistin cephesinde ise tam bir karamsarlık vardı. Hamas iki yıldır sergilediği destansı direniş karşısında adeta köşeye sıkışmış gibi görünüyordu. Plan Hamas’a Gazze’nin sağ kalan halkının canı karşılığında teslim olmayı, silahlarını da teslim etmeyi, Gazze’yi yabancı güçlerin yönetimine terk etmeyi aksi taktirde barışı istemeyen inatçı bir taraf olarak ilan edilmeyi bir seçenek olarak sunuyordu.
Trump’la Cumhurbaşkanı’nın da katıldığı, İslam ülkelerinin liderlerinin zirvesinde konuşulanların sonucu bu mu olmalıydı? Plan bunca diplomatik girişimin böyle bir sonucunun olmasını bütün sürece umut kırıcı bir hayal kırıklığına yol açacak bir saçmalıktaydı. Planın İslam ülkelerinin zirvesinde konuşulan ve mutabık olunandan çok uzak olduğu bilgisi ilan edilinceye kadar bir çok kişi İslam ülkelerinin de Gazze’ye ihanet ettikleri bile telaffuz edildi.
Oysa Hamas’ın birkaç gün düşündükten, yoğun istişarelerden sonra plana verdiği cevap bütün atmosferi bir anda değiştirdi. Böyle bir çıkmazın içinden bu kadar zekice, hatta dahiyane bir manevrayla çıkmak, iki yıldır sergilenen destansı mücadeleye aynı kalitede eklenmiş yeni bir zafer halkası veya altın sayfa olarak görülebilir.
Hamas’ın Trump’ın planındaki en önemli unsur olarak esirlerin teslim edilmesini peşinen kabul ederek ve Trump’a ve barış sürecine katkısı olan herkese teşekkür ederek başladığı cevabında “ancak, esirlerin teslim edilebilmesi için sürekli bombardıman altında bulundukları yerlere ulaşabilmek gerekiyordu.” Bunun için de ateşkesin acilen ilan edilmesi gerekiyordu.
Trump, bu cevabı “Hamas’ın barışa hazır olduğunu” kendi resmi hesabından duyurunca Hamas’ı resmen bir muhatap olarak da tanımış oldu. Hamas’ın cevabındaki “ama”ların kendisine yeni bir müzakere kapısı açacak bir geçerlilikte olması Netanyahu’nun pirince giderken evdeki bulgurdan olacağı bir sonuç çıkardı ortaya.
Ayrıca Hamas verdiği cevapta, bir hareket olarak sahip olduğu ve karar verme hakkına sahip olduğu şeyler ile Filistin halkının tek başına karar veremeyeceği ulusal haklar olarak sahip olduğu şeyler arasında ayrım yaptı. Esirleri serbest bırakmayı kabul etti ama bunu savaşın sona ermesi, Gazze Şeridi’nin işgalinin reddedilmesi, yerinden edilmelerin engellenmesi ve yardım girişine bağladı. Diğer yandan planda farzedilen uluslararası vesayeti ustaca atlayarak, Arap devletlerini sürece dahil ederek ve onları ertesi gün Gazze Şeridi’ndeki Filistin Yönetimi’ni desteklemekten doğrudan sorumlu tutarak akıllı bir hamle daha yapmıştır.
Gazze yönetiminde zaten gözü yoktu Hamas’ın, ama Gaze yönetiminin de yine bir Filistin halk iradesi konusu olduğunu ve Filistin’in kendi kaderini tayin hakkının bir parçası olduğunu itiraz edilemeyecek bir bağlamda tekrar ortaya koymuştur.
Böylece Hamas, Filistin halkının tüm unsurlarını Filistin hakkında karar alma süreçlerinde gerçek ortaklar olmaya teşvik etmiştir. Hamas direnişe öncülük etmektedir, ancak ulusal karar alma ve kendi kaderini tayin hakkının sahibi olan Filistin halkı üzerinde vesayet uygulamadığını bir kez daha gösterme fırsatı bulmuştur.
Esasen Hamas’ın bir örgüt olarak buna hiç ihtiyacı yoktur. Zaten Filistin halkı artık Hamas’tır, Hamas da Filistin.."