Geçtiğimiz hafta Afganistan'daki gözlemlerini yazan ve Taliban'ın kısa sürede elde ettiği başarıları vurgulayan Yeni Şafak gazetesi yazarı Yasin Aktay bugünkü "Afganistan’a başarı yakıştıramamanın ardındaki ruh hali" başlıklı yazısında, Taliban hakkında yazdıklarına gelen tepkilerin ardındaki zihniyeti yazdı:
"Afganistan ziyaretimizden sonra izlenimlerimizi burada aktardığımız yazılar Türkçenin yanı sıra hem Arapça hem de İngilizce olarak da yayınlandı. Beklenebileceği gibi oldukça farklı tepkilere yol açtı. İzlenimlerimi aktarmayı bitirmiştim aslında, ama yazıların karşılanma biçimleri önemli bazı konulara değinmemize fırsat da veriyor.
Beklenebileceği gibi diyorum tepkiler için, çünkü gördüklerimiz ve söylediklerimiz Afganistan ve Taliban hakkındaki genel geçer algıları sarsacak cinstendi. Taliban’a cehalet ve yüzeysellik atfetmek olağan bir algı biçimi, mesela. Göz ardı ettiği en temel gerçeği ortaya koymak bu algıyı sarsmaya yetiyor. Taliban, başlarında çok güçlü alimler ve eserler ortaya koymuş tahsilli insanlar bulunan medrese talebelerinden oluşuyor. Onlara cehalet atfetmek sadece meselelere farklı bakıyor olmalarına verilen cahilce bir tepkiden başka bir şey değil.
Diğer yandan batılı emperyalistlerin İslam dünyasını sömürgeleştirmek için kullandığı İslami şiddet ve terör denklemi o kadar etkili olmuştur ki, Taliban işgalcileri defettiği gün kaçan ABD ordusunun kargo uçaklarının arkasında “bizi burada bırakmayın” diye can havliyle koşuşan bir kitle bıraktı geriye. Oysa kendisine sadece ölçüsüz ve bağnazca bir şiddet yakıştırılan Taliban işbaşına geldiği anda ilan ettiği af ve toplumsal barışla bütün dünyanın korkularını ve beklentilerini boşa çıkaracak olağanüstü bir hamle yaptı, ama bunu kim duydu? Bunu birilerinin söylemesi ve dünya gündemine getirmesi gerekiyordu çünkü işgalcilerin 20 yılda yol açtıkları milyonlarca kişinin katline yol açan şiddet iklimi Taliban geldiği gün bıçak gibi kesildi ve o günden beri, yani 4 yıldır Afganistan olağanüstü bir barış, sükunet ve istikrar iklimi altında yaşıyor.
Afganistan üzerine doğrudan gözlerimizle gördüklerimizi aktarışımıza birilerinin hayret etmesini, şaşırtmasını beklerdik. Gerçi hayret edip bu olgun tavrı gösteren çok sayıda insan da oldu. Ama bir kesim Afganistan’a karşı süper oryantalist önyargılarını sergilemekten geri durmadı. Gözlemlerimizi basitçe “Taliban övgüleri” olarak duymazdan gelmekle kalmadı değersizleştirmeye çalıştı.
Açıkçası kimseye övgü borcumuz yok, ne Taliban’a ne de başkasına. Ama 50 yıllık bir savaş ortamından, yani herkesin herkese karşı bir kan davasının olduğu bir ülkeyi kısa bir süre içinde, hatta neredeyse bir gün içinde net bir barış ortamına taşıyabilmiş olmak yeterince hayreti hak etmiyor mu? Böyle bir kararı vermek yine kolay da bunu kan davalarının namus gibi algılandığı geleneksel bir toplum olarak Afganistan’da uygulayabilme konusundaki başarı hayreti ve takdiri mucip değil mi?
Ya uyuşturucu imalatını, ticaretini bıçak gibi kesmiş olmak? Dünya uyuşturucu merkezi olan Afganistan’da geldikleri gün itibariyle Emir Heybetullah Ahundzade’nin “uyuşturucu ekimi, ticareti ve kullanımı yasaktır” şeklindeki birkaç kelimelik emriyle bütün uyuşturucu dünyası yok edilmiş. Aslında bu da emri vermek kolay uygulaması zor konulardan. Mafyaları var, savaş ağaları var, geçimini sağlayan aşiretleri var. Hepsine karşı Taliban otoritesi bu emri uygulamaya güç yetirebilmiştir.
Yetmemiş bir de uyuşturucu müptelası olmuş milyonlarca Afganlıyı kısa bir süre içinde bu bataktan kurtarıp tedavi etmek, bir kısmına iş bulmuş olmak, yeterince takdiri hak eden bir uygulama değil mi? Sözümona uygar toplumlarda uyuşturucu batağına bir kez girmiş kimsenin doğru dürüst çıkarılabilmesi bile söz konusu olmuyor. Afganistan’da yüzbinlerce insan kendilerine özgü bir yolla tedavi edilmiş kurtarılmış bir de iş sahibi kılınmış. Bazı caddelerden arabamız ilerlerken bir Afganlı diyor ki: “bu caddeden eskiden böyle rahat geçmek mümkün değildi. Sağdan soldan uyuşturucu almış insanlar ellerindeki silahlarıyla, bıçaklarıyla önümüzü keser ne var ne yoksa çalarlardı. Şimdi bu sokaktan böyle geçmek eskiden hayal bile edilemezdi.”
Afganistan’da 10 yıldır yaşanmamış bir asayiş seviyesi sağlanmış durumda. Afganistan’ın her tarafına şimdi olabilecek en yüksek güvenlikle seyahat edebiliyorsunuz. Gece vakti bir kadın bile rahatlıkla Kabil sokaklarında gezebiliyor. Bu Afganistan tarihinde görülmemiş bir güvenlik seviyesi ve kısa bir süre içinde yakalanmış bu seviye 4 yıldır devam ediyor.
Kabil’de belediyecilik hizmetleri olabilecek en az maliyetle ve en yüksek kaliteyle yürütülmeye başlanmış
Dilenci sorunu vardı, bütün dilenciler toplanmış dilencilik sebepleri gerçekse onlara maaş bağlanmış geride kalanların bir kısmına iş üretilmiş diğerlerine de dilencilik yaptıkları taktirde ağır yaptırım uygulanacağı söylenmiş. Şimdi sokaklarda bir dilenci göremiyorsunuz. Azıcık bütçesiyle yönetim kısa bir süre içinde olağanüstü sosyal devlet uygulamaları ortaya koymuş.
Yolsuzluğun ve kamu harcamalarının en asgari seviyeye inmiş olması, bir sürü altyapı çalışması, sulama kanalları, madencilik vs alanlarda devasa yatırımlara başlanmış olması; enflasyonun sıfıra, 130 Afgani olan doların 67-70 bandına gerilemiş olması, yaşam standardının düşük olsa da ciddi bir ucuzluğun olması hiçbir övgüye gerek olmadan herkesin görebileceği gelişmeler.
Üstelik İran ve Pakistan bu esnada daha iktidarı yeni devreder etmez kendi ülkelerindeki en az 500 bin mülteciyi Afganistan’a hemen geri yollamaya başlamış. Bunlar bu kadar kısa süre içinde hiçbir dış kaynak veya başka kaynaklara sahip olmadan bu sorunla da baş etmek zorunda kalmışlar ve hiç de fena bir performans sergilememişler.
Gözlemlerimiz Taliban’ın birçok “beklenmeyen” veya hiç “yakıştırılmayan” başarılarına dairdi, doğru, ama belli alanlardaki başarılarını aktarmak onu her bakımdan kusursuz, hatasız, mükemmel addetmek midir?
Neyin korkusu bu? Bir Müslüman ülkeye hele işgalcilerle sonuna kadar direnerek bağımsızlık uğruna savaşmış, onları ülkeden defetmiş ve tam bir bağımsızlık durumu yakalamış Taliban’a başarının yakıştırılmamasının ardındaki psikolojiye bakmak daha doğru olmaz mı? Onlara bakışımız tam da savaştıkları, bir ara bizi de işgal etmiş oldukları için bizim de düşman bildiğimiz emperyalistlerin gözüyle olmasın?
Tabii ki tam da öyle. Hatta onlara biraz hınç da besliyorlar bundan dolayı. Belki bizim yapamadığımız kadarını yaptılar. İşgalcilerle anlaşma yoluna gitmediler, onlara taviz vermediler, kültürlerinden, kimliklerinden taviz vermediler, kılık kıyafetlerini, kültürlerini, kimliklerini benimsemediler işgalcilerinin. Bu mudur?.. Belki…
Hakkında iki nesnel gözlem yaptık diye hemen bizi “övgücü” ilan edenler işi başka türlü bir işgüzarlığa götürüyorlar: Afganistan’la ilgili duydukları doğru veya yanlış bütün olumsuz haberleri öne sürüp anlattıklarımıza çelişki atfetmeye kalkışıyorlar. Oysa anlamak o kadar zor olmamalı, Afganistan’dan aktardıklarımız orada hiçbir olumsuzluğun, zayıflığın, fakirliğin, yanlışın, geriliğin olmadığını söylemez, anlattıklarımız sadece anlattıklarımızdır, anlatmadıklarımızdan sual etmek anlatılana kulak kapatmanın başka bir yolu.
Başka bir tipik tepki de Afganlıları Türkiye’ye karşı, Türklüğe karşı konumlandırma çabası. Bunu neden yapıyorlar, yapanlar ne yaptıklarının farkında mı? Emin değilim. En son ünlü Türk şairi Ali Şir Nevavi’nin anıtının yıkılmasıyla ilgili bir haber üzerinden Taliban’a neredeyse tam bir Türk düşmanlığı rolü yazılmış.
Haberin ilk kaynağının İngiliz yayın kuruluşu BBC olduğunu söyleyelim de merakta bırakmayalım ne olup bittiği hakkında. Çünkü bunu anlatacak yerimiz kalmadı, ama olayın detayları tabii ki anlatıldığı gibi değil ve çok ibretlik. Sonraki yazıda devam etmek üzere."