Sunum yapıyoruz ama strateji üretmiyoruz. Yapay zekâ çağında hâlâ “takip eden ülke” pozisyonundayız. Bugün dünyanın en büyük ekonomi ve teknoloji savaşları yapay zekâ merkezli yürütülüyor. ABD, Çin, Hindistan, BAE gibi ülkeler artık yapay zekâyı sadece bir teknoloji yatırımı değil, bir ekonomik bağımsızlık ve güç alanı olarak görüyor. Türkiye’de ise çoğu şirket hâlâ yapay zekâyı “gündemde durması gereken” bir konu olarak görüyor, uygulanması gereken değil. Asıl soruyu sormadan ilerleyemeyiz: Biz gerçekten yapay zekâyı konuşuyor muyuz, yoksa konuşuyormuş gibi mi yapıyoruz? Türkiye, dijital dönüşümde ilerlediğini mi sanıyor, yoksa yalnızca sunum ve söylemlerle kendini mi kandırıyor?
“Yapay zekâya geçeceğiz” cümlesi: dijital dönüşüm masalı
Türkiye’de birçok kurumun dijital dönüşüm yolculuğu, genellikle üç aşamada ilerliyor:
1. Strateji sunumu
2. Yeni grafikler içeren PowerPoint
3. LinkedIn paylaşımı: “Dijital dönüşüm yolculuğumuz başladı”
Ama iş yapay zekâya geldiğinde, ortada ne bütçe, ne ekip, ne de yetkinlik planı makul seviyede değil. Kurum kültürümüz, yapay zekâyı hâlâ “teknik ekiplerin işi” olarak kodluyor. Oysa yapay zekâ, sadece IT’nin (Information Technology - Bilgi Teknolojileri) değil, satıştan hukuk birimine, insan kaynağından üst yönetime kadar bütün kurumun yeniden tasarımıyla ilgilidir. Daha acı olan ise şu: Türkiye’deki birçok şirket, yapay zekâdan “ürün satın alarak” dönüşüm yaşayacağını sanıyor. Oysa satın almak, dönüşüm değildir. Bu dünya, artık “yapay zekâyı kullanan” ile “yapay zekâyı yöneten” arasında bölünüyor. Türkiye hangi tarafta?
Dünya hızla ilerliyor: Biz izliyoruz ama orkestrayı yönetmiyoruz
Örnek verelim:
Dünya, yapay zekâyı bir “teknoloji alanı” değil, yeni ekonomik liderlik zemini olarak tanımlıyor. Biz ise hâlâ “yapay zekâ konferansı düzenlemekle” kendimizi dönüşmüş sayıyoruz.
Asıl tehlike: Yapay zekâyı kullanamayan değil, üretemeyen ülke olmak
Şunu açıkça söylemem gerekiyor: Türkiye yapay zekâ çağında tüketen değil, üreten ülke olmak zorunda. Çünkü yapay zekâyı üreten ülke, sadece teknoloji üretmez veri kontrol eder, pazarları belirler, fiyat koyar, dizayn eder. Bugün telefon, yazılım, bulut altyapısı ve sosyal medya platformlarında yaşadığımız “dijital bağımlılık”, yapay zekâda 10 kat büyüyecek. Eğer bu alanda üretici olamazsak, geleceğin ekonomisi bizden bağımsız şekillenecek. Daha da net söyleyeyim: Bugün şirketler “AI takımı kuracak bütçemiz yok” diyorsa, 5 yıl sonra zaten o şirketin bütçeye ihtiyacı kalmayabilir çünkü rekabet edemez.

Kamu Kurumları ve Özel Sektör: İki Uç, Tek Eksik
Türkiye’de özel sektörün yapay zekâya yaklaşımı “satın al, bağla, hızlanalım” şeklindeyken, kamuda durum “güvenlik - veri - mevzuat” odağında ilerliyor. İki tarafın da eksiği başka ama sonuç ortak: Yapısal bir dönüşüm modeli yok.
Kamu tarafında:
Veri egemenliği tartışmaları var ama veri stratejisi yok.
Yapay zekâ ihalesi yok, ama monitör ihalesi hâlâ var.
Dijital dönüşüm konuşuluyor, ama yapay zekâya yetkinlik transferi yapılmıyor.
Özel sektörde:
“Biz robotlaşmayalım” korkusu var ama verimlilik kaybı görmezden geliniyor.
Yöneticiler “AI stratejisine gerek var mı?” diye soruyor ama 2030 planı yok.
Çoğu şirket hâlâ IT’den “bizim için hazır AI çözümü bulur musun” bekliyor.
Çözüm basit değil ama net: Ekip, strateji, uygulama
Yapay zekâya geçiş için en kritik üç adım şunlardır:
1. AI ekibi kurmak (dış kaynak değil, iç dönüşüm odağıyla)
2. Veri olgunluğunu artırmak (veri yoksa yapay zekâ yoktur)
3. Kurumsal karar mekanizmasını dönüştürmek (teknoloji, liderlik olmadan dönüşmez)
Bugün hâlâ “AI departmanı kurmaya gerek var mı?” diye soran şirketler, aslında şunu soruyor: “Gelecekte rekabet etmek zorunda mıyız?”
En kritik gerçek: Yapay zekâ, “bir gün geçmek zorunda kalacağımız bir teknoloji” değil.
Yapay zekâ, bugün geç kalmaya başladığımız bir ekonomi sistemidir. Bugün yapay zekâ takımı kuran şirketler avantajlı değil; gecikmemiş olanlar.
Eğer bugün hâlâ “Yapay zekâya geçmeli miyiz?” diye soruyorsak, aslında şunu kabul etmiş oluyoruz: “Geleceği başkaları şekillendirsin, biz yalnızca uyum sağlarız.” Oysa asıl risk, yapay zekâyı geç keşfetmek değil; onu izleyen, dışarıdan satın alan ve mecburen uyum sağlayan bir ülke hâline gelmek. Çünkü yapay zekâ çağında Türkiye’nin en büyük tehlikesi, “teknolojiyi kullanan ama üretmeyen” ülke olarak kalmasıdır.
Bu senaryoda Türkiye;
Kod geliştiren değil, lisans ödeyen ülke olur. Yazılım ihraç eden değil, dış platformlara bağımlı ülke olur. Kendi verisinin sahibi olan değil, veri işleyen şirketlere veri veren ülke olur. Teknoloji gündemini konuşan ama yöneten olamayan ülke olur.
Ve bugün hâlâ “Yapay zekâ bir hype mı?” sorusu soruluyorsa, tehlike tam da budur:
Gelecek çoktan başlamış, ama biz hâlâ değerlendirme komitesindeyiz.


