Tercüme | Nostaljiye tutunmak İran rejimini bir sonraki savaştan kurtaramayacak

0
Tercüme | Nostaljiye tutunmak İran rejimini bir sonraki savaştan kurtaramayacak
Tahran sokaklarında baskıcı sıcaklık sürerken kuraklık ve su krizi 10 milyonluk şehri ciddi biçimde zorluyor. İsrail ile İran arasındaki 12 günlük savaş haziran ayında sona ermiş olabilir ama sinirler hâlâ gergin.

Bazı İranlılar yurt dışına kaçarken bazıları da Hazar Denizi kıyısındaki yazlıklarından ya da kırsaldaki akrabalarının yanından dönerek, her ne kadar yetkililer ülkenin normale döndüğünü göstermeye çalışsa da, kendisine pek benzemeyen bu başken Tahran'a geri geldiler.

Saldırıların boyutu (aralarında üst düzey yetkililer ve bilim insanlarının da bulunduğu yüzlerce kişinin öldürülmesi) birçok kişiyi şaşkına uğrattı. Çatışmalar durmuş olsa da pek az kişi bunun tamamen sona erdiğine gerçekten inanıyor.

Bölgede birçok kişi yeni bir büyük tırmanıştan korkuyor. İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan da mevcut ateşkesin ne kadar süreceğine dair şüphelerini dile getirdi.

Yine de, rejime ve dış güçlere yönelik öfke ve korkunun yanında, devletten ayrı bir yerde duran gururlu bir direniş duygusu ortaya çıkıyor. Rejim eleştirmenlerinden Reza Kianian gibi isimler dahi, İran devletini değil, İran’ın kendisini savunan bir tavır etrafında birleşiyor. Ödüllü İranlı aktör doğum günü vesilesiyle Instagram’da “İran vardı, var ve var olmaya devam edecek” yazdı.

Bir zamanlar ince bir muhalefet biçimi olan Fars nostaljisi, şimdi giderek ana akıma girmeye başlıyor; hatta teokratik elitin bazı kesimleri folklor ve vatanseverliği birleştirerek halkı mobilize etmeye çalışıyor.

Bu, tam da istihbarat şefi Tuğgeneral Mecid Hademi’nin İsrail’i “içeride kaos yaratmak amacıyla istihbarat savaşı yürütmekle” suçladığı bir dönemde oldukça işlevsel bir araç. Kendi ailemde bile 1980’lerde doğmuş, bir tür sessiz vatanseverlik göstergesi olarak “Kourosh” ve “Kambiz” gibi adlar verilmiş kuzenlerim var.

Bir zamanlar ülkede yıllarca dolaşmış bir İran kökenli İngiliz gazeteci olarak İran’ın çelişkilerine bizzat tanıklık ettim. Yakın zamanda Tom Holland’ın Persian Fire ve Herodot’un Pers-Yunan savaşları ile ilgili anlatılarını yeniden okumaya başladım.

Avrupalı arkeologlar ve Yunan metinlerinin tercümeleri 20. yüzyılın başlarında İran’a ulaşıncaya kadar bazı İranlılar bu tarihlerinden habersizdi. Pahlavi monarşisi elbette bu geçmişi sahiplenmiş, kendisini antik Pers ihtişamının mirasçısı olarak sunmuştu – taa ki Şah Muhammed Rıza Pehlevi 1979’da Tavus Tahtı’ndan kaçıp bir daha dönemeyene kadar.

Bugün rejim de bir milliyetçilik dalgasını yakalamaya çalışıyor, ancak konuştuğum birçok İranlı buna şüpheyle yaklaşıyor. Bu geçmişi yüceltmek için değil, İran’ın bugünkü yöneticilerden çok daha eski, derin ve karmaşık olduğunu hatırlatmak için yapılıyor. Pek çok kişi bu nostaljik yükselişin ne kadar süreceğini merak ediyor.

Rejime olan sadakatin nasıl üretildiğini ve denetlendiğini de bizzat gördüm. 2010 yılında İran’ın tek faal nükleer santrali olan Buşehr’i ziyaret ettim.

Her şey sıkı kontrol altındaydı; resmi iznimiz olmasına rağmen görüntülerimize el kondu, sorgulandım. Ardından parmaklarından birkaçı eksik bir güvenlik görevlisi tarafından İran’da haber yapmak yasaklandı. İran, görünmez sınırların nerede olduğunu, önce o sınırları geçmene izin vererek sonra da seni cezalandırarak öğretir.

Bu arada İran hükümeti yeniden yapılanmaya gidiyor. İran-Irak Savaşı’ndan bu yana ilk kez bir Ulusal Savunma Konseyi’ni yeniden canlandırdı ve kapsamlı bir güvenlik reformunun başına muhafazakâr ağır top, eski meclis başkanı Ali Laricani’yi getirdi.

Yıllar önce Kum’da meclise girdiği dönemde kendisiyle tanışmıştım; sakin ama kendinden emin bir havası vardı. İngilizce konuştuğum için yoldan geçen biri yüzüme tükürmüş, çarşafım kaydığı sırada bir kadın bana yardım etmişti. Bu paradokslar hâlâ hem bu ülkeyi hem de benim hafızamı tanımlıyor.

İran rejim muhaliflerine yönelik ağır tutuklamalar ve idamları artırdı; bunların çoğu İsrail istihbaratıyla işbirliği yapmakla suçlanan kişileri hedef alıyor. Rejim bir milyondan fazla Afgan’ı sınır dışı etti; bazılarını da İsrail adına casusluk yapmakla suçladı. Muhalefet, başka hiçbir yöntemle değil, neredeyse sadece baskı yoluyla susturuluyor.

İran Devrimi’nin üzerinden 46 yıl geçti ve ülke yeniden bir eşikte görünüyor. Rejimin meşruiyeti İran-Irak Savaşı’nın paylaşılan acısına dayandırılıyordu; bu hatıra bir nesli birleştirmişti, ancak artık ülkeyi bir arada tutmaya yetmiyor. Vatanseverlik ne ekonomik krizi çözebilir, ne baskıyı sona erdirebilir, ne de yeni bir çatışmayı engelleyebilir.

İran fikrine duyulan gurur hâlâ canlı; Tahran’daki orkestra konserlerinde, şiirlerde, daha farklı bir geçmişe dair fısıltılı hikâyelerde kendini gösteriyor. Belki de sorulması gereken soru, sertlik yanlılarının bir başka savaşa dayanıp dayanamayacağıdır; zira bir zamanlar rejime güç veren doktrin etkisini yitiriyor. Hatıralar, rejimi gelmekte olana karşı artık koruyamıyor.

***

Bu tercüme, International Crisis Group’ta Kıdemli Danışman olarak görev yapan, BBC/Reuters cephe muhabirliği yapmış ve Nazanine Moshiri’nin görüşlerini aktarmaktadır.

 

Yorum Yazın