Derinlemesine yapılan kavramsal analizler, tarihsel değerlendirmeler, bağlamsal okumalar da aynı derecede gereklidir. Ancak artan çılgınlığı durdurmak ve tersine çevirmek istiyorsak, apaçık gerçeği duygusal olarak da dile getirmemiz gerekir.
Aşırı sakinlik iğrençliği sıradanlaştırabilir. Her köşe başını infaz noktasına, her cep telefonunu bombaya çevirebilir. Gazze örneğinde olduğu gibi, aşırı sakinlik yangını söndürmek yerine büyütebilir. Sağlığı hastalığa, bilimi hurafeye dönüştürebilir. Medeniyetin simgesi sayılan sakinlik bile, empatiyi yok edebilir.
Direniş birçok yerde yükseliyor. Genişlemek istiyor. Ancak henüz harekete geçmemiş olanlar da, direnenler kadar bilinçli olmalı. Belki de ana akımın sakinliği onları uyuşturdu. Belki de şok içinde donakaldılar. Direniş daha da büyümeli. Artık sakinliğin ötesine geçmeliyiz.
Siyonizmin maskesi düşüyor
Netanyahu; sen artık yalnızca milliyetçi ahlaksızlığın değil, rezaletin ta kendisisin. Faşistliğin en dibine saplanmış bir çürümenin sembolüsün. Çocukların başına kurşun sıkıyor, katledemediklerini açlığa mahkûm ediyorsun. Siyonizmin antisemitizmi doğuruyor, sonra da bu antisemitizmi daha fazla kan dökmek için kullanıyorsun. Tam anlamıyla bir düzenbazsın. Ne İsa Peygamber ne Musa Peygamber ne de başka herhangi bir ahlaki ölçüt, senin yaptıklarını affedebilir.
Peki ya İsrail Savunma Kuvvetleri’nde görev yapan gençler? Ya Tel Aviv ve Hayfa’daki sıradan insanlar? Ya Londra ve New York’ta sadece hayatını yaşayan İsrail destekçileri? Bizler, Gazze’de yaşanan soykırımdan tiksinen insanlar olarak, Netanyahu’ya, IDF’ye, soykırımı alkışlayan İsraillilere ve tüm dünyadaki destekçilerine nasıl yaklaşmalıyız? Yüz mü çevirmeli, yoksa onlara ulaşmayı mı denemeliyiz?
Donald Trump, sana gelirsek… Artık yalnızca beceriksiz bir figür değil, yalan ve kötülüğün vücut bulmuş hâlisin. Amacına ulaşmak için her yalanı söylüyorsun. Söylediklerini tekrar edip büyüterek yalanı gerçeğe dönüştürüyorsun. İsraf ve yolsuzluğu eleştiriyorsun ama en büyüğünü sen yapıyorsun. Korkaklık, ikiyüzlülük, nefret ve inkâr sende iç içe geçmiş durumda. Her dokunduğun şey kirleniyor. Zenginleri yüceltiyor, geri kalan herkesi korku ve baskıyla bastırıyorsun. İğrençliği norm haline getiriyorsun. Kendini bir tür kral gibi görüyorsun. Netanyahu gibi sen de iğrençsin. Hatta senin için “iğrenç” olmak, mevcut hâline kıyasla bir terfi bile sayılır. Sen, toplumsal bağları, dayanışmayı, merhameti yiyip bitiren; yerine nefret ve kendinden tiksinmeyi bırakan bir çeşit manevi bakterisin.
Peki ya Trump destekçileri? Tüm bunlara rağmen hâlâ işe, okula, Netflix’e, günlük hayatına devam edenler? Onlara nasıl yaklaşmalı? Direnişin asıl sorusu burada başlıyor: Sizden tiksinmeden size karşı koymak mümkün mü?
İnsanlıktan çıkmadan direnmek
İsrail’in savaş suçlarına, Trump’ın faşizmine ve benzeri kötülüklere haklı biçimde direniyoruz. Ancak Gazze’deki okullar, hastaneler, evler bombalanırken ya da Trump dünyayı karartırken bunları destekleyenleri iğrenç bulsak da, insanlıktan çıkaran küfürlere başvurmadan direnebilir miyiz? Size tahammül edebilir miyiz? Direnirken, kendi iç huzurumuzu da koruyabilir miyiz? Direniş için daha fazlasına ihtiyacımız var.
İsrailliler, 7 Ekim’deki eylemleri nefretle karşılamış olabilir. Ancak bu eylemlerin ardındaki koşulları ve hisleri anlayabilirler miydi? Bütün Filistinlileri haşarat ilan etmek yerine, bu eylemleri gerçekleştirenlerle empati kurabilirler miydi? İsrail destekçileri soykırımı meşrulaştırmaktan kaçınabilirler miydi? Kendilerini barbarlıktan alıkoyabilirler miydi?
İsrail, değerli olan her şeye düşman
İsrail, kutsal olan her şeye, ahlaka, insanlığa ve değerlere düşmanlık ediyor. Sanki Filistinlilerden hiçbir şey kalmayana dek, hatta kendisini ve tüm dünyayı yok edene kadar kaos yaratmaya ant içmiş gibi. Bizim görevimiz sadece buna karşı çıkmak değil; aynı zamanda karşı çıktığımız şeye benzememektir. Öfkemizi dile getirmek ama insan kalmak kolay değil. Ama bu mümkün. Birçok kişi bunu deniyor. Hepimiz denemeliyiz. Kolektif direniş başarılı olabilir. Henüz katılmamış olanların öğrenmesi, desteklemesi ve öncülük etmesi gereken şey budur.
Düşünmeliyiz, konuşmalıyız, yazmalı ve bu düşünceyle nefes almalıyız. Uzanmalı, yürümeli, blokaj yapmalı, sivil itaatsizlik göstermeliyiz. Greve gitmeli, direnmeliyiz. Zaman daralıyor. Gazze için saat işliyor.
Netanyahu’ya ve soykırıma karşı öfkemizi kusmalı, Trump’a ve faşizme karşı da aynı şekilde tepkimizi koymalıyız. Ancak bunu örgütlenerek yapmalı, midemizi bulandıran bu süreçleri engellemeli, kendi saflarımızı büyütmeli, onlarınkini küçültmeliyiz. Olumlu stratejiler üretmeli, ilham verici bir gelecek hayali kurmalıyız. İşte bu, yükselen direnişin özü olmalı.
ABD’de 14 Haziran: Şeytanın doğum günü
14 Haizran, “şeytanın doğum günü”ydü. ABD için bir askeri gösteri düzenlendi. Onların elinde silah var. Bizim elimizde ise sayılar. Konuşuyorsan direnişi büyütmek için konuş. Yazıyorsan direnişi büyütmek için yaz. Toplanıyorsan direnişi büyütmek için toplan. Öğretiyorsan direnişi büyütmek için öğret. Oynuyorsan direnişi büyütmek için oyna.
Filistin destekçilerini sınır dışı edenleri engelle. Baskıyı engelle. Her şeye karşı tek bir bütün olarak birleş. Çok daha iyisini kurmak için büyü. Bu mücadele kazanabilir. Kazanmalıdır. İşte bu, yükselen direniştir.
***
Yazının sahibi Michael Albert, Amerikalı bir aktivist, yazar ve ekonomisttir. Albert, medya eleştirisi, anti-emperyalizm ve toplumsal hareketler meselelerinde aktif bir isimdir.