Halifelik müessesi Hazreti Âdem Aleyhisselam’dan başlayarak Resûlullah Sallallahu Aleyhisselam’e kadar peygamberler aracılığıyla devam etmiştir. Hilafet, hakikatin zirve noktası, baş köşemizde duran bir hazine, bir güç, maddi ve manevi bir liderlik pozisyonu olarak inkişaf etmiştir. Allah Resûlü hem Peygamberlerin Peygamberi’ydi hem de Halife’ydi. O’ndan sonra Aşere-i Mübeşşere’den olan cennetle müjdelenen Dört Büyük Halife devri hilafeti yürüttü. Derken, Emeviler ve akabinde Abbasiler hilafeti aldı. İslâm’ın adaleti, huzuru ve mukaddes mesajı hep hilafet müessesiyle iletildi. Anadolu’da Osmanlı Devleti bu güzide nizam ile parıldadı.
Osmanlı Devleti, hilafet müessesi ile hem batıdaki hem doğudaki küfür taifesini bertaraf etmekle kalmayıp, sınırlarımızı genişletmiş, küfrün azgınlığına, taarruzuna karşı hem caydırıcı güç olmuş hem de küfür taifesinin üzerinden silindir gibi geçmiştir.
Bugün, hilafet olmadığı için Filistin, Irak, Suriye, Lübnan, Arakan ve diğer mazlum coğrafyalarda insanlar mağduriyetler yaşıyor. Hâlihazırda Filistin’de soykırım yapılıyor. Müslümanlar, bir asırdan fazladır hilafetten mahrum; bugün en büyük sıkıntımız “devlet”sizlik. Hıristiyan âleminin sayısız devleti mevcut; hepsinin kendi yönetim biçimi olmasına rağmen bu devletler dinî olarak Vatikan’a (Katolikler) bağlı. Ortodoksların merkezi ise Rusya’dır. Yahudilerin merkezi İsrail terör örgütünün sözde başkenti Tel Aviv'dir. Şii’lerin İran’da Ayetullah’ı, Vehhabilerin ise Suudîleri var. Ama Ehl-i Sünnet vel Cemaat bugün yetimdir. Öyle olmasaydı, bugün Gazze’de 50 bine yakın Müslüman şehit edilemezdi. Suriye, Lübnan, Irak’a operasyonlar yapan ve Gazze’de çoluk çocuk katleden İsrail’in arzı mevud hedefleri arasında Türkiye’ye de saldırmak var. Bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bunu açıkça söylüyor. İsrail’in elindeki en büyük silah ne teknoloji, ne para, ne de arkasındaki devletlerdir. İsrail’in bu bozgunculuğunun sebebi Müslümanların hilafetten mahrum olmasıdır.
Bir önceki yazımda Türkiye iç kaleyi tahkim etmeden, içteki kardeşliği tesis etmeden bu tehlikeye karşı bir sefere çıkamaz demiştim. Sadece “iç kale” tanımı da burada eksik kalır; Türkiye kendi bölgesinde Ehl-i Sünnet anlayışıyla bir mevzi inşa etmeli. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Lideri Devlet Bahçeli bu hakikatin farkında. Devlet Bahçeli, "Kürdü sevmeyen Türk, Türk değildir, Türk’ü sevmeyen Kürt Kürt değildir, Türk’ün Kürt’ün birbirini sevmesi, birlikte hareket etmesi farzdır." diyerek İslam birliğinin, kardeşliğinin, hilafet müessesinin harcını yoğuruyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın grup toplantısında yaptığı açıklama da bu yöndeydi. Erdoğan, "Rabb’imden şunları diliyorum; Türk'ü ve Kürt'ü İslam'ın şanlı ordusu kılan Allah'ım sen Türk'ün ve Kürt'ün kardeşliğini koru. Bizi tekrar bu kadimcoğrafyanın barış ve huzur ordusu yap.” diye dua etmişti. Son cümle altı çizilecek yerdir. Bugün, Kürt’ü ve Türk’ü bir çatı altında mütemadiyen tutacak tek şey Hilafet müessesesidir. Türk-Kürt-Arap ittifakının Yahudi-Evanjelist ittifakını darmaduman edeceği bir hakikattir. Devlet büyüklerinin mesajları bu nispette ilerliyor, önümüzdeki günler de çok büyük hadiselere gebe. Tabiî hilafet müessesinin alt yapısı, düşünce boyutu, sistem olarak ortaya çıkmasını besleyecek bir dünya görüşünün elzemliği de ayrı bir konu. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in “başucu eserim” dediği İdeolocya Örgüsü'nün anlaşılması gerekmektedir. Erdoğan'da geçmişte bunun mesajını vermiş, “76 milyon hep birlikte Büyük Doğu'yu kuracağız.” demişti. Erdoğan ve Bahçeli evelallah bu istikamette yolunu sürdüyor. Velhasıl Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun da dediği gibi, "Yahudi, dönme, sabataist, mason değil; Türküz, Kürdüz, Arabız, Müslümanız.”