Hatta bazıları, Trump’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu hoşuna gitmeyen bir anlaşmayı kabul etmeye zorlayacağını umuyor. Oysa gerçekte, iki lider arasında görüş ayrılığı olduğuna veya ABD başkanının İsrail Başbakanı’na zorla "barış" dayattığına dair çıkan gayriresmî haberler, her iki tarafın işine gelen asılsız söylentilerden ibarettir: Trump bu söylentileri, ülkesinin ilgisiz olduğu savaşlara girmesine karşı çıkan "izolasyonist" seçmen kitlesine kendini “barış elçisi” olarak pazarlamak için kullanıyor. (Ayrıca Barack Obama’ya duyduğu çocuksu kıskançlık nedeniyle hayalini kurduğu Nobel Barış Ödülü’ne ulaşmak istiyor.) Netanyahu ise, aşırı sağcı koalisyon ortaklarını ve tabanındaki radikal kesimi bastırmak için, “Amerikan baskısı” bahanesine sığınıyor.
Trump’ın barışçıl niyetlerine duyulan bu irrasyonel inancın ironilerinden biri de, bazı yorumcuların hâlâ Trump’ın Netanyahu’ya İran’la “barış” dayattığına inanmasıdır — oysa Trump, İran’a karşı yürütülen saldırıya açıkça katılmış ve böylece İsrail’in savaşına destek vermiştir. Trump ile Netanyahu arasındaki rol paylaşımı aslında çok nettir. İsrail, “On İki Günlük Savaş”ın ardından cephane stoğunun tükenmesi, artan maliyetler ve yorgunluk nedeniyle ateşkese ihtiyaç duyuyordu. Ancak bu ateşkesin ardından yaşananlar, sadece bir ara dönemden ibarettir. Trump yönetimi bu dönemi, İran’ı Washington’un dayattığı koşullara teslim olmaya zorlamak için kullanmak istiyor. Trump, bu ateşkesten beri defalarca İran’ın büyük bir yenilgi aldığını ve teslim olmaktan başka seçeneği kalmadığını dile getirdi.
Netanyahu’nun, Trump’ın yeniden başkan seçilmesinden bu yana Washington’a yaptığı üçüncü ziyaretin arkasındaki en önemli sebep de budur: Trump yönetiminin, Tahran’ın askerî ve nükleer faaliyetlerini sıkı bir şekilde sınırlandırma konusundaki ısrarını sürdürmesini sağlamak.
Filistin Meselesi: Zorlama Bir Barış Fikri
Netanyahu’nun ziyaretinin diğer temel gündem maddesi olan Filistin meselesinde de, yine Trump’ın İsrail hükümetini “dize getireceği” şeklindeki yanlış inanç sürüyor. Bazı yorumcular, Trump’ın İsrail’i Filistinlilerle barış yapmaya zorlayacağına hâlâ inanıyor. Oysa gerçekte, Filistinlileri Gazze’den topluca sürme planlarını açıkça uygulama imkânını Trump İsrail’e vermiştir.
Reuters haber ajansı, Trump’ın bu konudaki açıklamalarını takip etmiş ve göreve yeniden geldiğinden bu yana en az on iki kez Filistinlilerin Gazze’den sürülmesi gerektiğini dile getirdiğini kaydetmiştir. Hatta bazı açıklamalarında Mısır ve Ürdün’e “göçmenleri kabul etmeleri” yönünde üstü kapalı tehditlerde bulundu.
Hamas’ın Yanılsamaları ve Tekrarlanan Hatalar
Hamas, 1993 Oslo Anlaşmaları sonrası müzakerelere katılan ve “Trump İçin Arap Amerikalılar” grubunu kuran Filistinli-Amerikalı akademisyen Bishara Bahbah’a güvenmektedir. Sanki Hamas, aynı tuzağa tekrar tekrar düşmeye kararlı gibi gözüküyor. Trump’ın bu yıl başındaki ikinci göreve başlamasından sonra yapılan ateşkeste de benzer bir senaryo yaşanmıştı: Ateşkesin ilk aşamasında bir esir takası gerçekleştirilmiş, hemen ardından İsrail saldırıya devam etmiş ve Gazze’yi daha da yıkıma sürüklemişti.
Amerikan basınındaki haberlere göre, Netanyahu ve Trump yönetimi, Gazze'nin güneyinde, özellikle Rafah’ın harabeye çevrilmiş bölgesinde bir “insani şehir” kurma planını görüşüyor. Bu şehir, Gazze dışına çıkarılabilecek Filistinlilerin tahliyesine zemin hazırlayacak, kalanlar ise açık hava toplama kampına dönüşecek olan bu bölgede sıkıştırılacak. Bu yeni kamp, 1967’den beri İsrail’in işgali altında olan Gazze Şeridi’ndeki mevcut durumu bile geride bırakacak ölçüde ağır bir izolasyon alanı olacaktır.
Yeni Ortadoğu Tasarımı
Bu kapsamda yalnızca ABD ve İsrail arasında değil; aynı zamanda Arap Körfez ülkeleri, Mısır ve Ürdün ile de çeşitli seçeneklerin müzakere edildiği bildiriliyor.
Trump’ın — ve aynı vizyonu paylaşan Netanyahu’nun — amacı, bölgesel bir düzen kurmak ve Filistin meselesine sözde bir çözüm getirmektir. Bu çözüm, Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinli nüfusun küçük yerleşim alanlarında (getto benzeri bölgelerde) izole edilmesini öngörmektedir. Bu alanlar İsrail askerî üsleri ve Yahudi yerleşim yerleri tarafından kuşatılmış olacak; tıpkı bugün Batı Şeria’daki durum gibi.
Tartışılan başlıca konulardan biri şu: Bu bölgelerdeki Filistinlilerin yönetimi kimde olacak? Ramallah merkezli mevcut Filistin Yönetimi mi, yoksa Arap ülkelerinin desteklediği farklı bir yapı mı? Yahut, İsrail’in tercih ettiği gibi, BAE destekli Filistinli figür Muhammed Dahlan gibi isimlerin öncülüğünde bir alternatif yapı mı?
Bir diğer kritik soru: Gazze’yi doğrudan kim yönetecek? İsrail ordusu mu (ki bu seçeneğe, halk direnişinin kontrol edilmesinin zorluğundan ötürü İsrail ordusunun bir kısmı sıcak bakmıyor), yoksa geçici süreyle görev alacak Arap güçleri mi? Nihayetinde, bu geçici yapılar, yeni bölgesel düzenin “yerli ajanları” devralana kadar sürecek.
Sonuç: ABD Hegemonyası Altında Yeni Bir Ortadoğu
Trump ve Netanyahu’nun vizyonu, Suudi Arabistan’ın — ve hatta yeni Suriye hükümetinin bile — normalleşme sürecine katılmasıyla nihai halini alacak bir Ortadoğu'dur. Bu vizyon, 1991 Körfez Savaşı’ndan bu yana ABD’nin hedeflediği bölgesel ittifakı nihayet hayata geçirme arzusunu barındırıyor: ABD hegemonyası altında birleşmiş bir Ortadoğu.
***
Yazının müellifi: Prof. Dr. Gilbert Achcar Lübnan'da büyüdü. Kendisi Londra'daki Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu'nda görev yapmaktadır.
Not: Bu yazıda Ekip Haber’in yayın politikasına uymayan ibareler bulunabilir. Yazı tercüme edildikten sonra müdahale edilmemiştir.