Murat Bardakçı: Suriyeliler'i Harp Okulları'na almayalım da İsrail yahut Yunanistan mı yetiştirsin?

0
Murat Bardakçı: Suriyeliler'i Harp Okulları'na almayalım da İsrail yahut Yunanistan mı yetiştirsin?
Murat Bardakçı'nın Habertürk'teki "Suriyeliler'i Harp Okulları'na almayalım da İsrail yahut Yunanistan mı yetiştirsin?" başlıklı yazısını iktibas ediyoruz.

Millî Savunma Bakanlığı, Suriyeli 49 askerî öğrencinin Milli Savunma Üniversitesi bünyesindeki Harp Okulları’nda eğitim göreceklerini açıklayınca sosyal medyada kıyamet koptu. TSK’da Suriyeli subayların görev alacağından bir Suriyeli’nin ileride Genelkurmay Başkanı olacağına, Türk askerinin silâhlı kuvvetlerdeki etkinliğinin gittikçe azalacağından nüfusumuzun ekseriyetini yakında Suriyeliler’in teşkil edeceğine varıncaya kadar bir alay boş kehanet...

“Suriyeli öğrencileri Harp Okulları’na almayalım” demek ile “Sınır komşumuz Suriye’nin subay adaylarını başka ülkeler, meselâ İsrail veya Yunanistan yetiştirsin, onların harp okullarından o memleketlerin siyasi görüşleri doğrultusunda, yani Türkiye’ye düşman olarak çıksınlar, biz ise böyle bir ihtimale karşı duyarsız kalıp görmezden gelelim” diye düşünmek arasında hiç fark yoktur!

Suriyeli öğrenciler hakkında yaygara kopartanlar aslında farketmekte hayli geç kaldılar: Türkiye 90 seneden buyana Harp Okulları’na yabancı memleketlerden askeri öğrenci kabul ediyor. Uygulama 1935’te, yani Atatürk döneminde Afganistan’dan bir grup öğrencinin gelmesi ile başlamıştı ve öğrenci gönderen ülkelerin sayısı seneler geçtikçe fazlalaştı. Harp okullarındaki “misafir askerî personel” denen yabancı öğrenci oranı Türkiye’nin dünyadaki etkisinin artması ve Millî Savunma Üniversitesi’nin bu yoldaki faaliyetlerinin neticesinde şu anda Türk öğrenci sayısının yüzde onunu teşkil ediyor, 18 bin civarındaki Türk öğrenciye mukabil 1800 kadar yabancı öğrenci var. Öğrencileri kabul edilen yabancı ülke sayısı 15 Temmuz öncesinde 23 iken şu anda 45 ve bu ülkeler arasında Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, KKTC, Pakistan, Bosna-Hersek, Kosova, Libya, Güney Kore, Makedonya, Gürcistan, Ürdün, Burkina Fasso, Mali, Senegal, Somali, Moğolistan ve Suudi Arabistan bulunuyor. Bir zamanlar Fransız sömürgesi olan ama bugün Fransa ile problem yaşayan Afrika ülkeleri de artık bizi tercih ediyorlar.

Harp okullarımızda yabancı memleketlerden gelen öğrencilere eğitim verilmesi Türkiye’ye birçok fayda sağlar. O ülkelerin komuta kademesindeki harp okullarımızın mezunu ve mükemmel şekilde Türkçe konuşan genç subaylar Türk silâhları ile Türk Savunma Sanayii’ni yakından biliyorlar; yakın bir gelecekte kendi memleketlerinde askerî alanlarda, özellikle de silâh alımında söz sahibi olacaklar ve daha da önemlisi o ülkelerin ordularında Türkiye’yi bilen ve muhabbet hisseden subaylar bulunacaktır.

İMPARATORLUĞUN HÂKİM UNSURU OLMAK...

Türkiye önemli bir özelliğini gözardı ediyor: İmparatorluk vârisi olduğumuzu...İmparatorlukların dağılmasının ardından vaktiyle o imparatorluğun hâkimi olan devletin eski teb’ası ile alâkadar olması tarihî bir gelenektir. Yani, eski zamanların büyük imparatorlukları, geçmişte hâkimiyetleri altında bulundurup sonradan bağımsız vermek zorunda kaldıkları devletlerin dertleriyle her zaman uğraşırlar.

Meselâ, Afrika’da bir zamanlar hayli toprağı bulunan Fransa, eski sömürgelerinin meseleleri ile bugün de elinden geldiğince alâkadardır. Aynı göz-kulak olma âdeti İngilizler’de de vardır. Eski imparatorluk topraklarının parçası olan yeni ülkelerle “Commonwealth”, yani İngiliz Uluslar Topluluğu sayesinde her an zaten temas ve işbirliği içerisindedir ve Londra dolayısı ile küçük, özellikle de uzak kıt’alardaki fakir memleketlerin bugün de patronu gibidir.

Ve, geçmişte imparatorluk toprağı ama şimdi ayrı devlet olan ülkelere mensup kişiler, eski imparatorluk merkezinde önemli görevlere gelebilirler ve bu durum hiç de garip karşılanmaz. Meselâ, kısa bir müddet öncesine kadar İngiltere’nin başbakanlığını bir Hintli yapmıştır. Londra Belediye Başkanı ile İçişleri Bakanı şu anda Hint asıllıdır. Yine kısa bir müddet öncesine kadar İskoçya’da başbakanlığa aynı şekilde bir hintli gelmiştir.Benzer durum, şu anda “çokuluslu devlet” denen modern imparatorluklarda da geçerlidir ve Rus Merkez Bankası’nın aslen Tatar olan bir hanıma emanet edilmesi ve geçen gün Müslüman bir Hintli’nin New York Belediye Başkanlığı seçimlerini kazanmış olması da bunun örneklerindendir.

İngiltere’nin eski Başbakanı Boris Johnson’ın soyunun bir başka imparatorluğa, yani Osmanlı imparatorluğuna dayandığını ve Johnson’ın türk gazeteci ve politikacı Ali Kemal’in torun çocuğu olduğunu da unutmayalım...

Türkiye’nin geçmişte imparatorluk olduğunu artık hatırlamadığımız, hattâ imparatorluğu her nedense kötü bir kavram olarak algılama garabetine düştüğümüz için benzer gelişmelerin bizde de yaşanması bir yana, düşünülmesi bile hoş karşılanmıyor; hattâ bazılarımız harp okullarımızda Suriyeli öğrencilerin eğitim görmesine bile tahammül gösteremiyorlar.

Komşularımızdaki, özellikle de Arap ülkelerindeki harp okullarının tamamı, Osmanlı döneminde İstanbul’daki harp okulundan mezun subaylar tarafından kurulmuştur!Türkiye, eski imparatorlukların hâkim unsurlarına mahsus bu “ağabeylik” görevini, ancak son birkaç senedir yerine getirmeye başladı. 1920’lerden buyana ihmal ettiğimiz, hattâ bir çeşit reddimiras ile yok saydığımız Libya, Suriye ve Gazze gibi bölgeleri nihayet hatırlayıp alâkadar olmaya başladık.

Bundan kırk sene kadar önce, Afrika’nın göbeğindeki Çad’ın o senelerde toprak evlerle barakalardan ibaret olan ve başkanlık sarayından başka iki katlı tek bir binanın bile bulunmadığı başkenti Njamena’ya muhabir olarak gitmiştim...

Libya ile Fransa orada birbirini yiyordu ve sebep Kaddafi’nin gözlerini Çad’ın kuzeyindeki Uzu Şeridi’ndeki gayet zengin uranyum yataklarına dikmesi idi.

Ama ortada “Çad ordusu” diye birşey yoktu, savaşanlar Libya ile Fransa idi... Çad’ın doğru dürüst bir ordusu zaten hiç vârolmamıştı, mevcut birkaç bölük de ardarda yapılan darbeler yüzünden dağılıp gitmişti ve Kaddafi’nin askerleri Uzu’yu işgale başlayınca Fransa lejyonerleri ile bombardıman uçaklarını, yani Miragelar’ı hemen Njamena’ya göndermişti…

Fransız lejyon subaylarından birine “Libya’da ne işiniz var? Uzu’daki bu kadar bol uranyum mu var?” diye sormuştum.

Adam “Uranyumu nereden çıkardınız mösyö?” cevabını vermişti... “Burası eskiden Fransa idi, Kaddafi işgale kalkınca eski toprağımıza yardıma geldik! Uranyum falan çok sonraki iş!”

Habertürk

  • Next Social

Yorum Yazın