Denial of Holocaust

0
Denial of Holocaust
Günümüzde halen ekmeğini yedikleri iki “soykırım” iddiasını şiddetle savunur ve sulandırmaktan korkarlar: Ermeni Soykırımı ve Yahudi Soykırımı (Holocaust). Biri 1. Dünya Savaşı’ndan diğeri 2. Dünya Savaşı’ndan yadigâr. İkisi de yalan.

Hani bazen ortada öyle bir hakikat olur ki, geri kalan her şey sönükleşir, basitleşir. Bir insan için bu ölüm olabilir, bir dünya için kıyameti hatırlatan bir yıkım, yok oluş, sonun başlangıcı. İşte biz Müslümanların 21. yüzyıldaki en katı acısı ve aynı zamanda ayıbı olan Filistin’deki soykırım vahşeti öyle bir şey. Bu tarifsiz felaket yaşanırken hangi meseleyi ele almaya kalksak birden önemsizleşiyor, sönüyor, küçülüyor, utandırıyor. Biz de meselemiz de büzülüp kalıyoruz.

Soykırım kelimesini bilerek kullanıyoruz. Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada çok bilmiş bir ABD’li Yahudi ile tartıştım bu kavramı. Ben “soykırım” dedim, o meseleyi sulandırmak için, “İlla bir tanım getireceksek, açık seçik işlenen bu katliama etnik temizlik denir, soykırım diyemezsin” dedi. Ben de kendisine mürekkebini yaladığım ilm-i içtimaiyyeden, sosyoloji biliminden bir parça ders verip vakıanın dümdüz “soykırım” tanımına girdiğini izah ettim, biraz saçmalayıp sustu.

Bu yazının asıl mevzuu olan Yahudi soykırımı yalanından söz etmeden evvel bilmeyenler için bir ara not düşüp “soykırım” ve “etnik temizlik” arasındaki farkı en kısa özetiyle aktarıp geçeyim. Efendim, etnik temizlikte bir topluluğun mevcut bir bölgeden fiilen ve kültürel olarak uzaklaştırılması, gönderilmesi, izlerinin silinmesi söz konusu iken, soykırımda mevcut halkın yok edilmesi, ortadan tamamen kaldırılması, katliamdan kaçmalarına dahi izin verilmeden soylarının kurutulması hedeflenir.

Dolayısıyla Siyonistlerin son Gazze katliamına gelene kadar, niyet olarak değil ama fiili olarak bir “etnik temizlik” politikası yürüttükleri söylenebilse de Gazze’de yapılan tam olarak bir soykırım saldırısıdır.

Siyonistlerin suç ortağı vahşi batının bu “soykırım” kavramına atfettiği önem ve kelimeyi ayağa düşürmeden çok hayati stratejik anlamların sürdürülebilirliğini sağlamak için kullanmak istemesi nedeniyle, kavramı cimrice saklaması ve telifi elindeymiş gibi kimseciklere vermemesi tabiidir. 

Günümüzde halen ekmeğini yedikleri iki “soykırım” iddiasını şiddetle savunur ve sulandırmaktan korkarlar: Ermeni Soykırımı ve Yahudi Soykırımı (Holocaust). Biri 1. Dünya Savaşı’ndan diğeri 2. Dünya Savaşı’ndan yadigâr. İkisi de yalan.

“Tabii, sen Siyonistlere düşmansın; Yahudilerden hazzetmezsin, soykırıma yalan demen beklenir”, derse biri… 2. Dünya Savaşı sırasında Nazilerce gerçekleştirildiği adeta ezberlettirilen “soykırım”ın yalan olduğunu ben söylemiyorum ki… Kerli ferli ecnebi akademisyenler, araştırmacılar bunu ortaya koyuyor. Daha doğrusu 20. yüzyılın ortalarında bunu ortaya koyup hakikati anlatmaya çalıştılar. Ama --bilen var bilmeyen var- düşünce özgürlüğünün Don Kişot’u batı milletleri bu soykırım yalanını öyle tabulaştırdılar ki, “soykırım olmamıştır” demek, bu fikri savunmak halen bazı ülkelerde suç. “Soykırım yok...” diyeni kolundan tutup hapse atıyorlar. ABD, Kanada, İtalya, Fransa, Çek Cumhuriyeti, Belçika ve birkaç ülkede daha soykırımı inkar etmek müstakil olarak suç iken, geri kalan Avrupa ülkelerinde de müstakil madde olmaksızın bu inkarı yapanları “nerede ifade özgürlüğü” diyemeden “halkı kin ve düşmanlığa sevk” benzeri gerekçelerle içeri alıveriyorlar.

Ama velâkin özellikle savaşın bitimini takip eden toparlanma yıllarında, batılılar henüz yaşanmış gerçekler tazecik dururken bu inkârı yapanları hapse atacak, onlara baskı ve yıldırma uygulayacak imkânı bulamamıştı. Böylece ecnebicesi “Holocaust Denial” olan ciddi bir akademik akım ortaya çıktı ve olayların her cepheden hayatta kalmış kahramanları ve şahitleri huzurunda Nazilerin Yahudi soykırımı yaptığı iddialarının gerçek olmadığını savundu. Hem çeşitli belgeler ve tanıklıklar hem de mantık çerçevesinde bildiklerini anlattılar.

Bu adamlar Yahudi düşmanı filan değillerdi. Sadece tarihe etki etmek üzere olan bir yalana, çığ gibi büyüyen bir kara propagandaya, gelecek nesillere hakikatmiş gibi aktarılacak bir kurguya karşı çıkan insanlardı. Olan biten ne ise, hakikat ne ise olduğu gibi onu söylemek isteyen kendi ilimlerinin namuslu adamlarıydılar.

Bu görüşü akademik çevrede ilk dillendiren kişi Fransız, Maurice Bardèche’dir. Kitabının adı: Nuremberg ou la Terre promise ("Nurenberg veya Vadedilen Topraklar") Adam bu eseri çıkardığında yıl 1948’di. Yani savaşın kalıntısı olan enkazlar bile henüz duruyor, belki adı geçen meşhur esir kamplarının direkleri bile henüz dikili bekliyordu. 

Bardèche’nin ardından başka cesur araştırmacılar da geldi. Hepsini bir yazıda anmak ne mümkün? ABD’den bir örnekle devam edelim:

Harry Elmer Barnes, Amerikan ana akım tarihçi, savaş karşıtı, “tarihi revizyonizm” hareketinin kurucusu. Adamın titri bile soykırımı reddetmesinin arka planında herhangi bir politik görüşün değil, fikir namusunun, gerçeğin peşinde olduğunun bir delili gibi. 

Barnes, 1. ve 2. Dünya Savaşı’nı bizzat yaşadı. 2. Dünya Savaşı sonrasında müttefik devletlerin Almanlar ve Japonlar aleyhine propaganda ile algı oluşturduklarını öne sürdü. Anlatıldığı gibi bir Holokast’ın asla yaşanmadığını savundu. 1962 yılında “Revisionism and Brainwashing” adlı bir risale yayınlayan Barnes, "Alman milli karakterine ve davranışına yönelik ortaya atılan vahşet hikayelerine ve diğer karalama biçimlerine karşı herhangi bir ciddi muhalefet veya toplu meydan okumanın ortada bulunmadığını" ifade etti. Yani tabir-i diğer ile “Adamlar savaştan mağlup çıktı, ABD ve müttefiki olan batı bir anda dünyayı “atom bombasının” sesinin yankılarıyla hakimiyet altına aldı ve bu ittifak mağlup taraf hakkında her türlü aşağılama içeren, dehşet ve suçlama dolu propagandasını yürütürken bunların arasında ne kadarı gerçek, ne kadarı yalan, aslında ne olduğunu ortaya koyabilecek bir taraf yok,” diyordu. Yani bir mahkeme var ama sanığın konuşması yasak, avukatı da yok. Barnes’in anlatmak istediği şey tam olarak buydu.Çok da uzatmadan Barnes’in daha da ileri giderek anlattıklarının neticesini bir cümle ile özetleyeyim: “Savaşın kazananı olan ittifak, mağlup olan Almanları suçlamada o kadar ileri gitti ki, aslında müttefiklerin savaş boyunca gerçekleştirdikleri pek çok mezalim, aşırılık, ahlaksızlık, insanlık suçu bu propaganda arasında yitip gitti ve Almanya bir günah keçisi olarak sahneye sürüldü.” Evet Barnes aynen bu tabiri kullanıyor risalesinde: “Scapegoat.” (Günah Keçisi)

Barnes’in dayandığı isimlerden biri de soykırım inkârının önderlerinden sayılan Fransız Paul Rassinierdir. Rassinier’in bence en önemli özelliği, kendisinin Fransız Direniş hareketi mensuplarından olması ve Nazilere karşı Fransız Yahudilere yardım ettiği gerekçesiyle iki ayrı esir kampında (Buchenwald ve Mittelbau-Dora) tutulmuş olmasıdır. 1964’de “The Drama of the European Jews” eserini yayınlamıştır. Adam, “soykırım yapıldı” denen esir kamplarından ikisinde bizzat esir olarak kalıyor, gerekçesi Yahudilere yardım etmesi. Ve bu kişi soykırımın yalan olduğunu savunanların fikir babalarından biri. Ben şahsen ikna oldum, ne dersiniz?

La Salle Üniversitesi Ortaçağ İngilizcesi profesörü Austin App aynı akımın temsilcilerinden.

Ve son olarak vereceğim isim 1978 ve 1979 yıllarında 2 kez Fransız La Monde gazetesine mektup yazarak şu ünlü “gaz odaları”nın asla var olmadıklarını anlatan Profesör Robert Faurisson.

Bunlar ve daha başkaları Yahudi Soykırımı’nın anlatıldığı şekliyle, çapıyla asla yaşanmadığını bütün baskılara rağmen savundular. Fakat yeni dünya düzeninin üstüne kurulu olduğu temellerin bir ayağı da bu soykırım yalanı olduğundan, elbette baştan mağlup olarak oyuna girdiler. Siyonist kara propagandası ve “soykırım olmadı” demeyi bile suç sayan vahşi batı kanunları, toplum baskısı, Hollywood’un sihirli küresi karşısında ne kadar şansları olabilirdi ki?

Aslında bu konudan hareketle kara propagandanın, bizim de gündem içinde “fonlanmış” versiyonlarıyla gelecek nesillerin mevcudiyetine kasteden bu cadı nefesinin tarihçesine bir parça değinecektim. Bana ayrılan yeri aştım bile. Dolayısıyla bu konuyu da inşallah bir başka yazıda ele alıp değerli ve nadir okurun ilgisine mazhar olmak isterim.

Hiç olmamış soykırımların dünyanın gözü önünde yaşanan bir soykırımı gölgelediği, üzerini gece gibi örttüğü gezegenimizden umut istikametine doğru bir cılız sayha da bu yazı olsun. Dua ile…

Yorum Yazın