20 Aralık’ta Almanya’nın Magdeburg şehrindeki bir Noel Pazarı’nda korkunç bir saldırı gerçekleşti. Bir adamın kalabalığın içine araç sürmesi sonucu beş kişi hayatını kaybetti, yaklaşık 200 kişi ise yaralandı.
Bu trajedi dünya genelinde büyük bir yankı uyandırdı. Ancak kurbanların yakınları yas tutmaya başlamadan önce başka bir hikâye gündemi meşgul etmeye başladı: Müslümanların ve yabancıların Almanya için temel bir tehdit oluşturduğu ve sınır dışı edilmeleri gerektiği yönündeki asılsız iddialar.
Saldırganın kimliğiyle ilgili spekülasyonlar hızla, beyaz Almanları tatil sezonunda hedef alan “radikal İslamcı” motivasyonlara dair varsayımlara dönüştü. X platformunda yapılan bir paylaşımda, “Avrupa hızlıca uyanmalı ve toplu sınır dışı etmelidir” denildi. Başka bir kullanıcı ise #Magdeburg etiketiyle bir fotoğraf paylaşarak, “Yeniden göç. Avrupa sizin vatanınız değil. Entegrasyon yalanına son verin” yorumunda bulundu.
Ancak saldırgan Taleb Al Abdulmohsen ne Müslümandı ne de bir İslamcı. 2006’dan beri Almanya’da yaşayan bir Suudi vatandaşı olan Abdulmohsen, hem İslam’a hem de Suudi Arabistan hükümetine duyduğu nefreti açıkça dile getiriyordu.
İsrail’i desteklediğini belirten Abdulmohsen, Almanya’nın aşırı sağcı AfD partisiyle aynı çizgideydi ve eski Başbakan Angela Merkel’in Suriyeli mültecileri kabul etme kararını defalarca eleştirdi. Sosyal medya paylaşımları, “şeriat tehlikesi” hakkında uyarılar yapan ve İslam’ı kınayan aşırı sağ propaganda içerikleriyle doluydu.
Bu açık çelişkilere rağmen, saldırı sonrası yaşanan İslamofobik çılgınlık için gerçeklerin hiçbir önemi yok gibiydi. Abdulmohsen’in Arap bir göçmen olması, onun “İslamcı” olarak etiketlenmesi için yeterliydi.
Zarar daha da büyüdü, çünkü X platformunun sahibi Elon Musk, Abdulmohsen’in gizlice radikal bir İslamcı olduğunu iddia eden bir kadının videosunu paylaştı. Kadın, İslam’da zor durumda olan kişinin gerçeği gizlemesine atıfta bulunan ancak genellikle yanlış anlaşılan bir kavram olan “takiyye”yi öne sürerek, Abdulmohsen’in İslam’a karşı açık muhalefetinin aslında bir aldatmaca olduğunu iddia etti. Bu temelsiz komplo teorisi, Musk’ın 209 milyon takipçisine yayıldı ve saldırganın dini adına hareket ettiği yönündeki yanlış anlatıyı güçlendirdi.
Saldırıdan üç gün sonra, AfD lideri Alice Weidel, Magdeburg’da binlerce kişiye hitap ettiği bir miting düzenledi. Weidel, saldırının “insanları bir araya getiren değerlere duyulan nefretten kaynaklanan bir İslamcı eylem” olduğunu ve “toplumumuzu küçümseyenlerin eylemlerini sürekli meşrulaştırmaya çalışmanın artık çok fazla önem kazandığını” savundu.
Gerçekleri bilerek çarpıtan Weidel ve AfD, Magdeburg saldırısını, Almanya’nın yaklaşan seçimleri öncesinde göçmenlere ve Müslümanlara karşı öfkeyi körüklemek için ustaca kullandı.
Hükümetteki siyasi gruplar gerilimi azaltmaya ve yanlış bilgileri engellemeye çalışırken, artık çok geç kalınmış durumda. Yıllardır Almanya’daki daha ılımlı siyasi partiler, sağcı görüşlere taviz vererek, göçmen karşıtı politikaları sıkılaştırıp mültecilere karşı korkuları körükleyen bir dil kullanıyor. Bu dil, AfD’nin söyleminden pek de farklı değil.
Daha geçen yıl, Olaf Scholz ülke tarihindeki en büyük göçmen karşıtı yasayı imzaladı. Partiler arası bu anlaşma, göçü sınırlandırmayı, sığınmacı ve mültecilere verilen yardımları azaltmayı, sınır dışı süreçlerini hızlandırmayı ve göçmen merkezlerinin ülke dışında kurulmasını hedefliyordu.
Bu yasa, sağ popülist desteği ve AfD’nin yükselişini bastırma çabasıydı. Ancak ters tepti ve yabancı düşmanlığını yatıştırmak yerine daha da körükledi.
FDP ve CDU politikacıları, mahalleler ve okullar için göçmen kotaları önerme noktasına kadar gitti.
FDP Başkan Yardımcısı Wolfgang Kubicki, “Şehrin bir çeyreğinde göçmen oranı yüzde 25’i geçmemeli ki paralel toplumlar oluşmasın” dedi. Ayrıca, Alman sokaklarında gerçekleşen Filistin yanlısı gösterilere atıfta bulunarak, belirli mahallelerde insanların bir araya gelmesi sonucu paralel toplumların oluştuğunu savundu. CDU Genel Sekreteri Linnemann da Kubicki’ye katılarak okullar için benzer bir kota çağrısında bulundu.
Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier gibi isimlerden gelen birlik çağrıları bile samimiyetsiz görünüyor. Steinmeier, “nefret ve şiddeti” kınarken, daha önce Almanya’daki Araplar ve Filistinlilerden Hamas’ı toptan kınamalarını istemiş, dolaylı olarak tüm bir toplumu yurt dışındaki olaylardan sorumlu tutmuştu.
Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser de Weidel’i eleştirme çabasına rağmen saldırganın vahşetini yine Müslümanlarla ilişkilendirdi. Faeser, BILD gazetesine yaptığı açıklamada, şüphelinin “inanılmaz derecede acımasız ve vahşi bir şekilde, ideolojik olarak İslam karşıtı olmasına rağmen bir İslamcı terörist gibi hareket ettiğini” söyledi.
Faeser’in şiddeti İslam’la bağdaştırması ve “şüpheliyi bir kalıba oturtamaması” Alman siyasi çerçevesindeki Müslümanların tamamen insanlıktan çıkarıldığını ve yabancı düşmanlığının nasıl beslendiğini gözler önüne seriyor.
Bir yılı aşkın süredir, hükümetin soykırıma ortaklığını protesto eden Filistin yanlısı göstericiler, siyasi dilde antisemit olarak damgalanıyor, suçlanıyor, sansürleniyor, polis tarafından şiddet görüyor ve hatta vatandaşlık haklarından mahrum bırakılıyor.
Sıradan bir Alman için, masum insanlar artık Magdeburg saldırganından farksız görülüyor. Bunun sorumlusu, aşırı sağcı söylemleri kınamayı reddeden ve aksine bu söylemleri körükleyen Alman siyasi elitidir. Yaklaşan AfD zaferi, Batı’daki Müslümanlar için karanlık bir dönemin habercisi olabilir.
Yazının müellifi Hebh Jamal’dır. Jamal; Almanya'da yaşayan Filistinli-Amerikalı bir gazetecidir.