“Ünlü İngiliz komutan Mareşal Montgomery (El-Alemeyn Savaşı’nın kahramanı. Bu savaş İkinci Dünya Savaşı’nın en önemli savaşlarındandır ve Mısır’ın Batı Çölü’nde, 1942 sonbaharında Alman ordusuna karşı yapılmıştır.) ile aramda geçen bir konuşmayı hatırlıyorum. Bu konuşmada silahlı güç kullanımı (savaş) şartları için “saygın” bir tanımlama olduğunu düşündüğüm şeylerden bahsetti. Mareşal şöyle dedi:
Silahlı güç kullanımında, savaşın gerekli olabilmesi için şu faktörlerin bulunması gerekir: Halkın, milletin veya imparatorluğun, gerçekleşmesi mümkün olan ve yasal açıdan sakıncası olmayan, ahlaki gerekçeye dayanan siyasi bir talebi olmalıdır.
Tarihteki deneyimler yasaların ve ahlakın isteğe göre keyfi bir şekilde kullanıldığını gösterse de, ilkeleri -zoraki de olsa- savaş alanlarından hiç uzak kalmamıştı. İlkeler örtüsü altında, emperyalist savaşlar…” (Muhammed Hasaneyn Heykel, Amerikan İmparatorluğu)
Daha geçtiğimiz günlerde BM Genel Kurulu’nda, uluslararası hukuka göre Filistin toprağı olan Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’yi İsrail şeklinde gösteren bir haritayı gösterecek şekilde konuşma yapan Netanyahu’nun şeklen de olsa ilke çerçevesini tamamen söküp attığı bir iklime göre oldukça iyimser bir yaklaşımı gösteriyor yukarıdaki satırlar. Emperyalist işgallerin henüz taze olduğu dönemlerde ilkel topraklara medeniyet götürmek, kölelik müessesini tasfiye etmek gibi “ulvi” gerekçelerle yapılanlar meşrulaştırılmaya çalışılıyordu. 19. yüzyıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu topraklarında köleliğin kaldırılması için Osmanlı İmparatorluğu’na sürekli baskı yapan gücün dönemin en büyük sömürgeci gücü olan Britanya İmparatorluğu olması oldukça ironiktir.
Artık silahlı güç kullanarak ülkeleri vurmak, sivil insanları toplu bir şekilde katletmek için ulvi veya süfli bir gerekçeye ihtiyaç duyulmayacak kadar pervasız bir zaman dönemindeyiz. Irak’ı yerle bir etmek için yalan bir gerekçe üreterek ulusal ve uluslararası kamuoyunu ikna etmeye çalışan ABD bile Afganistan’ı yakıp yıkmak için çok da bir ikna çabasına girişmemişti. Noam Chomsky, ABD’nin savaş başlatma süreçlerinde özellikle Güney Amerika ülkelerini işgal ederken kamuoyunun bilhassa da medya gücüyle nasıl savaşa hazırlandığını uzun uzun anlatır. “Yapıyoruz çünkü yapabiliyoruz” şeklindeki kibirli bir anlayışın tavrını göstere göstere sergiliyorlar artık. Roma’nın “Veni, vidi, vici” (geldim, gördüm, yendim) demesine karşın “geldim, yakıp yıktım, def olup gidiyorum” diyen modern çağın süper gücü ABD.
ABD’nin gücünü sınırsız bir destekle arkasına almış olan Ortadoğu’daki yavrusu İsrail’in pervasızlığına bakınca Amerikan İmparatorluğu’nun makul bir süper güç olduğu düşüncesine kapılabiliyor insan. Tam da “dünya liderleri” gerginliğin azaltılması çağrısında bulunurken savaşı tırmandırmaya devam eden İsrail’in bir generali “gücümüzün sınırları bunu ve daha fazlasını yapmaya müsait” minvalinde kibirli bir açıklama yapabiliyor. Bütün bunlar, kuruluşundan bu yana “güvenlik” eksenli politikaları esas alan İsrail devletinin artık “genişleme” çizgisine tamamen oturduğunu gösteriyor.
Bütün bunlar Ortadoğu siyasetinin birinci önceliği “İsrail’in Güvenliği” olan -olduğu söylenen- ABD için ne anlam ifade ediyor? Chomsky yaklaşık on yıl önce verdiği bir röportajda ABD-İsrail eksenini bir haydut devletler birliği olarak niteledikten sonra ABD’nin İsrail politikasını desteklemek adına sürekli İsrail’in güvenliğini tehlikeye attığını söylemişti. Bugün İsrail’in eylemleri karşısında “İsrail’i zapt etmeye çalışıyoruz!” pozları kesen ABD yaklaşık elli yıldır İsrail devletinin saldırgan tutumuna destek vererek durumun bu noktaya gelmesine ön ayak oldu.
İngiltere’nin 1922’de resmen kurduğu manda idaresi döneminde Filistin topraklarında sık sık meydana gelen ayaklanma ve benzeri olaylardan sonra araştırma komisyonları kurulmuştu. Özellikle 1929’daki büyük Arap ayaklanmasından sonra İngiliz yönetimi bu tür hadiselerin neden kaynaklandığını tesbit edebilmek için hukukçulardan ve ekonomistlerden oluşan bir komisyon kurmuştu. İngiliz İmparatorluğu, Amerikan İmparatorluğunun aksine yerel dinamikleri ve dengeleri önceleyen daha incelikli bir siyaset yürütmeye dikkat etmişti. Komisyon önce Arap halkın endişelerini tesbit etmiş, ardından da bu endişeleri yatıştıracak politikalar önermişti. İngiliz yönetimi Irak’ta da benzer şekilde dengeleri gözeterek hareket etmiş, Sünni azınlığın yöneten ve Şii çoğunluğun ise yönetilen olması geleneğini bozmamıştı. ABD ise Irak’ı işgal ettikten sonra hiçbir dengeyi gözetmemiş ve ülkeyi kaosa sürüklemişti.
ABD basiretsiz bir süper güç olarak ne Roma ne Osmanlı ne de İngiliz imparatorluklarının siyasi derinliğine sahiptir. Bu haliyle İsrail’i ateşe sürüklemekten başka bir fonksiyonu olmayacaktır, üstelik bunu İsrail’i korumak adına yapacaktır.
Ezcümle bazılarının zannettiği gibi İsrail’in aradığı gargat ağacı Amerikan İmparatorluğu değildir.
Mimar ve Mühendis Dergisi 137. Sayı.