Darbe sonrası dönemde Demokrat Parti’nin önde gelen isimleri, başta Başbakan Adnan Menderes olmak üzere, tutuklanarak Yassıada’da özel olarak kurulan Yüksek Adalet Divanı’nda yargılanmışlardır. Menderes, aralarında "vatana ihanet" suçlamasının da bulunduğu 13 farklı davadan yargılanmış ve mahkeme süreci yaklaşık dokuz ay sürmüştür. Bu süreç sonunda 15 sanık hakkında idam kararı verilmiş, bu karardan üçü infaz edilmiştir. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın cezası yaş haddi nedeniyle müebbet hapse çevrilirken, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan 16 Eylül 1961’de, Başbakan Adnan Menderes ise 17 Eylül’de İmralı Adası’nda idam edilmiştir.
Darbe sonrası 235 general ve 3 bin 500 civarında subay (daha çok albay, yarbay, binbaşı) emekliye sevk edilmiş, üniversitede bulunan 147 öğretim görevlisi görevden alınmış[11] ve bazı üniversiteler kapatılmıştır. Bununla beraber 520 savcı ve yargıç görevden alınmıştır. (Wikipedi)
Darbe gerekçeleri resmî söylemlerde anayasal düzenin ihlali, yasama ve yargının yürütme lehine zayıflatılması, üniversite özerkliğine müdahale ve basın özgürlüğünün kısıtlanması gibi nedenlere dayandırılsa da, darbeyi hazırlayan sosyopolitik zeminin daha derin olduğu açıktır. Demokrat Parti'nin 1950’de iktidara gelişiyle başlayan siyasî dönüşüm süreci, özellikle dinî değerlerin kamusal alanda yeniden görünürlük kazanmasıyla birlikte, özellikle taassupkar laik çevrelerde ciddi rahatsızlık yaratmıştır.
Ezanın Arapça aslına döndürülmesi, İmam Hatip Okulları'nın yeniden açılması ve dinî eğitime dair düzenlemeler, DP iktidarının muhafazakâr halk tabanıyla kurduğu güçlü bağın göstergeleri olarak yorumlanmıştır. Bu gelişmeler, özellikle ordu içinde Cumhuriyet’in kurucu ilkelerine aykırı bir yönelim olarak değerlendirilmiş ve müdahaleye zemin hazırlayan zihinsel altyapıyı oluşturmuştur.
Demokrat Parti kadrolarının önemli bir kısmı, geçmişte Cumhuriyet Halk Partisi saflarında yer almış siyasetçilerden oluşmaktaydı. Adnan Menderes de bu isimlerdendi. Ancak DP, halkın taleplerine daha duyarlı, inanç özgürlüğü konusunda daha esnek ve ekonomik serbestlikten yana bir politik tutum benimseyerek kısa sürede geniş bir toplumsal destek kazanmıştır. DP'nin bu duruşu, özellikle Anadolu kesimlerinde ve dinî duyarlılığı yüksek çevrelerde büyük teveccühle karşılanmıştır.
Bu bağlamda, DP'nin temsil ettiği sosyolojik zemin ile dönemin askerî ve bürokratik seçkinleri arasındaki gerilim, sadece bir siyaset anlayışı farkı değil, aynı zamanda Türkiye’de modernleşme biçimlerine dair iki farklı paradigmanın çatışmasıydı. DP, halkın geleneksel değerleriyle barışık bir modernleşme çizgisi benimserken; askeri elitler, Jakoben bir laiklik anlayışıyla, daha tepeden inme bir dönüşüm modelini savunuyordu.